Posted on

ÖZBEKİSTAN İZLENİMLERİ

Akademik anlamda kapısını çalan eli boş çevirmeyen gönlübol insan,

edebiyatın duayeni Orhan Söylemez’e…

Böylesine etkilemedi… ve asla sarsmadı ruh dünyamı…

Ne bir şehir ne de bir insanoğlunun elinden çıkan sanat eseri, bina ve kehkeşanlar…

Hep Batının devasa kiliseleri, şatoları, gökyüzüne dayanan gökdelenleri, Versay sarayının kartpostalları ve filmlerinin gölgesinde kaldı…

Sarı yapraklı tarih kitaplarında silik harflerle okuduğumuz maveraünnehir… salına salına akan Kızılırmak, Fırat ve Dicle’nin kardeşi Ceyhun ve Seyhun… bu topraklarda filizlenip yeşeren, kültür-medeniyetini tüm dünyaya yayan, kimi zaman acımasız orduların atlarının nallarının altında kimi zaman da kalelerine, bilim, sanat ve kültür merkezlerine top tüfekle saldırılara rağmen hâlâ dirilik-tazeliğinden bir şey kaybetmeyen bu toprakların eşsiz medeniyet beşiği Semerkant, Buhara…

Güneşin hemhal kavurucu sıcaklığı, Timur’un ordusunun at nalı şakırtıları ve toynaklarından fışkıran kıvılcımla alev alıp tutuştuğu bu ıssız ve engin bozkırda…

Buhara sokaklarında aksakal demircinin çifte su verilmiş kılıcın örs ve çekiçle ritmik serenadı…

Ve yine Buhara’nın Yahudi mahallesine doğru kapalı çarşının yan tarafındaki küçük bir dükkanda rebab, kudüm ve kerney eşliğinde genç bir müzisyen Ali Şir Nevai’nin şiirlerini terennüm etmekte…

Könlüm içre derd ü gam evvelgilerge ohşamas

Kim ul aynın hecri hem evvelgilerge ohşamas.

***

Sanatın, edebiyatın payitahtı Semerkant,

Tarihi ipek yolunun önemli bir kavşağında yer alan ve özellikle XIV-XV. yy. arası altın dönemini yaşayan, Semerkant Timur döneminde imparatorluk başkenti unvanını alan kadim bir şehir. Farsça asmara: “taş”, “kaya” ve Soğdça kand: “kent”, “kale” sözcüklerinin birleşmesinden doğan şehrin adı Eski Türkçe’de “Semizkend” (büyük şehir) olarak anılır. M.Ö. XIV. yy. Zerevşan’ın verimli ovasında Persler tarafından kurulan bu şehri Antik Yunanlılar ise “Marakanda” adıyla anarlar. Ahamenis İmparatorluğu döneminde ticaret ve sanatın merkezi olan şehir, Eskiçağ’da Soğdların, M. Ö. 329’da Büyük İskender tarafından fethedilmesiyle Yunanlıların ve daha sonra da VI. yy.da Türk Yabgularının eline geçmesiyle farklı medeniyet ve kültürün hükümranlıkları altında çok renkliliği yaşayan ender şehirlerden birine dönüşür. Şehir bu renk ve canlılığa bir yenisini daha ekler. 712’de Müslüman Araplar tarafından fethedilir ve Abbasiler döneminde kâğıt imalatının merkezine dönüşür. Kağıt değirmenlerinin kurulduğu bu şehir, insanlık tarihinde önemli rol oynayacak bu icadı İslam ülkelerine daha sonra Avrupa’ya yayar. Günümüzde dahi eski usul ve geleneklerle kâğıt üretimi halen bu şehirde devam etmektedir.

Şehir 1220’de Cengiz Han’ın hakimiyetine geçer ve yakılıp yıkılır. Timur ise Semerkant’ı başkent ilan eder, İslam coğrafyasında müslim veya gayrı müslim sanatçı, yazar çizer, mimarları şehre davet ederek Semerkant’ı yeniden âbâd eder. Daha sonra Şiban Hanedanlığı, 1499 yılında Özbek Hanlığı ve 1784 yılında Semerkant Emirliğinin hükümranlığında şehir; sanat, bilim ve kültür yolculuğuna devam eder.

Kısacası dünya tarihinde en kadim merkezi şehirlerden biri, bilim ve sanatın beşiği, ilim ve irfan merkezi olması, dünya medeniyetine katkıları, yetiştirmiş olduğu âlim ve bilim adamlarıyla Orta Asya’nın inci tanesi, gözbebeğidir.

Emir Timur’un hanımı adına yaptırdığı Bibi Hanım Cami ve 1404 yıllarında sevdiği küçük torunu Muhammed Sultan adına yaptırdığı Gur Emir Türbesinin akşam grubunda dışarıdan izlemenin doyumsuz bir keyfi vardır. Yine dünya sanatsever turistlerin akın akın gelip görmek istediği muhteşem meydanlardan biri de Registan Merkezidir. Şehrin her sokak ve caddesinin kesiştiği bu alan eski çağlarda çok su yolu geçmiş ve beraberinde kum yığınları oluştuğu için “kumlu yer”, “kumlu meydan” olarak anılmaktadır. Registan Meydanı Timur’un torunu Uluğbek tarafından yeniden inşa edilerek ticaret ve devletin askeri törenlerinin yapıldığı merkez haline dönüştürülmüştür.

Semerkant’ın dünya başkent ve medeniyet beşiği şehirlerini kıskandıran bir özelliği daha vardır ki, büyük, ulu bir alimi topraklarında barındırmasıdır: İmam-ı Buhari…

Hadis derlemek adına köy köy, bölge bölge dolaşıp İslam Coğrafyasında basmadık yer bırakmayan, hemen hemen her müslüman ailenin kütüphanesinin başköşesinde yer alan cilt cilt Sahih-i Buhari kitabının müellifi Ebû Abdillâh Muhammed bin İsmâîl bin İbrahîm el-Cu’fî el-Buhârî’nin (İmam-ı Buhari) türbesi ise Semerkand’a yakın Hartenk Köyündedir.

Rivayet odur ki hadis derlemede kılı kırk yaran İmam Buhari’ye uzak diyarlardaki mü’min bir kulun, bu zamana kadar bilinmeyen bir hadis-i şerifi bildiği söylenir. İmam Buhari Hazretleri hazırlanıp uzun bir yola koyulur. Meşakkatli bir yolculuktan sonra şahsın bulunduğu bölgeye gelir. Oradaki insanlardan zatı muhteremi nerede bulabileceğini sorar. Merada develerini güttüğünü söylerler. İmam Buhari Hazretleri meraya gelir ve zat-ı muhteremi uzaktan izler. Şahıs eline bir tutam ot alarak güttüğü develere uzatır. Develer otu görüp şahsa doğru yöneldiklerinde otu geri çeker ve yemelerine müsaade etmez. Bunu birkaç kez tekrarlar. Buhari Hazretleri bu hadiseyi gördükten sonra şahısla görüşmekten vazgeçip tekrar memleketine döner. Çünkü hayvanları aldatmaktadır. Hayvanları aldatan insanın sözüne itibar edilmez diyerek kendini dönüş yoluna vurur.

Günümüz dünyasında İmam-ı Buhari’yle ilgili bir canlı rivayet daha vardır ki duyan, işiten her müslüman kulun yüreğini sızlatır:

Endonezya Devlet Başkanı Suharto Moskova’ya resmi ziyaret için gelir. Sovyet yetkililerden Buhari Hazretlerinin Özbekistan’daki kabrini ziyaret etmek istediğini dile getirir. Zamanın Sovyetler Birliği Parti Genel Sekreteri Krusçev yetkililere talimatı verir. Ancak yetkililer de şaşkındır. Buhari kimdir? Endonezya Devlet Başkanı gelip kabrini ziyaret etmek istediği adamla Endonezya’nın ne alakası olabilir?

Bütün bu sorular içinde gerekli talimat Özbekistan ve Semerkant şehir yöneticilerine iletilir. Yöneticileri bir telaş alır. Çünkü Buhari Hazretlerinin bulunduğu kabristan ahır olarak kullanılmaktadır. Oradaki ot yığınları, pislik ve zerzavatın temizlenip yurtdışından gelen bir heyete gösterilmesi için çok az bir zaman vardır. Bakımsız kabir ve kabrin olduğu mekan kısa zamanda elden geldiğince temizlenir.

Endonezya Devlet Başkanı Suharto Semerkant’a gelir ve Buhari Hazretlerinin türbesine girer. Oranın ahır olarak kullanıldığını anlamakta gecikmez ve hüngür hüngür ağlamaya başlar. Sovyet yetkililerine döner:

“ Size ağırlığınızca para verip Buhari Hazretlerinin kabrini ülkeme götürmek isterdim. Böylesine ulu, alim bir insanın kabrinin perperişan olmasından dolayı duyduğum üzüntüyü anlatamam zira sizin de anlamanızı bekleyemem.”[1]

Yine Müslüman aleminin büyük alimlerinden biri bu topraklarda ebedi istirahatgâhındadır: İslam felsefesi ve düşünce tarihinde “akılcılığı” ön plana çıkaran, mü’minlerin akide ve düşünce dünyasını sapkın fikir ve algılardan bir zırh gibi koruyarak sağlam, samimi ihlas temelinde gelişmesinde ayrı bir yeri olan Ebu Mansur Muhammed bin Muhammed bin Mahmud el-Maturidî’nin (853-944) kabirleri de Semerkand’ın Siyab mahallesindedir. Sovyetler Birliği zamanına kadar mezarlık olan bu bölge, imara açılmış ve Yahudi eşrafının iskan ettiği bir mahalleye dönüştürülmüştür. Bir rivayete göre 2000’li yıllardan sonra bir Türk işadamı İmamı Maturudî Hazretlerinin kabrinin bulunduğu arsayı Yahudi’den satın alarak Özbekistan Hükümetine hibe etmiş ve daha sonra orada türbesi yapılmıştır. Orada görevli hanım ise Özbekistan Hükümetinin arsayı mevcut şahıstan belirli bir bedel ödeyerek kamulaştırdığını ifade etmiştir.

Konferans vesilesiyle gittiğimiz Semerkant’ta ulu alimi ebedi istirahatgâhında ziyaret edip dualar ederek Türkistan’a dönmek –Yaradana şükürler olsun ki- bizim için tarifsiz, manevi bir haz vermiştir.

***

Buhara…

126.900 km2lik alanı, Zerefşân nehrinin suladığı verimli toprakları, Nakşibendi Hazretleri, sultan emirlerin çocuk- torunları ve daha nice alim evliyaları koynunda barındıran medeniyet beşiği…

Kısa bir tarihine baktığımızda en eski yerleşim yerlerinden biri… Soğdlar, Sakalar bu bölgede hüküm sürmüşler, M.S. II. yy.da Yüeçiler, Sakaları bu bölgeden çıkarır. M.S. Eftalitler (Ak Hunlar) Yueçileri buradan kovmuş akabinde yüz yıl sonra Orta Asya Türkleri Eftalit kralını yenerek Amuderya ile Siriderya arasındaki bölgenin hakimi olur. VII. yy. sonuna kadar Buhara Batı Türklerinin idaresinde kalır. Daha sonra Araplar tarafında istila edilir. Çin kaynaklarına göre V. yy.dan itibaren bu şehre Nu-mi, VII. yy.dan sonra şehrin esas adı Pu-ho olmuştur. Sanskiritçe’de ise Vihoru (manastır) ile ilgili olduğu söylenir.[2]

Batının saray ve mabedleri karanlık, ölü renklerle bezenmiş iken buradaki bina ve mabedlerin cıvıl cıvıl, ışıltılı renklerinin büyülü dünyası mıknatıs gibi benî âdemi kendine çekmekte…

Buhara sokaklarında yine hepimizin tanıdığı hazırcevap, nüktedan biriyle karşılaşıyoruz… Bir insan düşünün ki, zamansız bir hayat yaşasın. Nefes alıp verirken, öldükten sonra da varlığıyla geçmişten geleceğe, cahilden alime, sokaktaki insandan padişah, sultana varıncaya kadar hep öğreten, düşündüren, yol gösteren olsun. Adının anılması bile insanları gülümsetmeye yeten, mizah, güldürü ve nüktedanlığın saf ve sempatik abidesi…

Hoca Nasreddin, Molla Nasreddin, Nasreddin Hoca… Anadolu’dan Orta Asya Türklüğünün her mekanında… Buhara’daki Nasreddin Hoca biraz farklı… Zayıf, eşeği üzerinde eğilerek birileriyle sohbet ederken kafasında bin bir tilkinin dolaştığı, hinoğlu hin, kurnaz bir Nasreddin Hoca… Eşeği üzerindeki Nasreddin Hocanın heykeli, bizde bu izlenimleri bıraktı.

Nasreddin Hocanın heykelini ardımızda bırakıp şehri adım adım gezmeye başlıyoruz. Başımızı kaldırıp ne tarafa dönsek nakışlarla işlenmiş devasa kapılarıyla medreseler. Bugün dahi canlılığından, özünden bir şey kaybetmemiş ve hala Kur’an, tefsir, hadis eğitiminin yanısıra müzik, hat sanatı gibi alanlarda eğitim veren kurumlar olarak görevini yerine getirmeye devam etmektedirler.

Hediyelik eşya satan tarihi dükkanların arasından büyük meydana geliyoruz. Meydanın sağlı sollu ara sokaklarında yine kalpak, Buhara şalları, eşyalar satan sıra sıra tezgahlar. Bu arada Buhara medrese figürlerinin yer aldığı yarım sayfalık papirüs kağıtları dikkatimizi çekiyor. Fiyatları diğer hediyelik eşyalara oranla cebimizi yakan türden. Nedenini sorduğumuzda kâğıdının eski geleneklere göre yapılması, üzerindeki yazı ve figürlerin mürekkebinin farklı ve yıllar geçse dahi rengini hiç kaybetmemmiş olması…

***

Eğer etkim ve yetkim olsaydı ya da devlet erkanını ikna edebilecek gücüm…

Türkiye’nin her bölge ve ilinden ilkokul, orta, lise ve üniversite … hatta yüksek lisans ve doktora okuyan başarılı öğrencilere cep telefonu, bilgisayar ya da benzeri hediye, ödül vermek yerine uçak biletlerini alıp Semerkant, Buhara gezisi yapmak üzere Özbekistan’a gönderirdim. Medreselerin kapılarını, tuğlalarını, yazılardaki estetiği, simetriyi, sanat, zerafet ve naifliğin şahikasını doya doya yaşamalarını,

Güneşin batışı ve doğuşunda sıcak bir yaz günü asırladır renk atmayan turkuaz elvan elvan renklerin cümbüşünü uzun uzun seyretmelerini,

Mühendislik, tıp, musiki, edebiyat ve sanatın her sokak, köşe, tuğlası ve havasında buram buram kokusunu ciğerlerinin her köşesine derinden çekip hissetmelerini,

Mir Arap Medresesi ile Kelan Camii arası 1120’lerde yapılmış ve Cengiz Han’ın hışmından kurtulan minarenin dibine oturup gölgesinde uzun uzun soluklandıktan sonra bir kez daha bu eşsiz imaretleri seyrü temaşa etmelerini isterdim.

Zira biz Anadolu Türklüğü için bu meydanın ayrı bir yeri ve önemi var. Varlık yokluk mücadelesi veren Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 1921 Eylül Sakarya Zaferini duyan binlerce Orta Asya Türkü yerden göğe yükselen tekbir ve dualarla şükür namazını işte bu meydanda kılmışlardır.[3]

Ve bir şey daha isterdim.

Esnafı, akademisyeni, şoförü, emekli milletvekili, müzisyeni, sanatçısı, edebiyatçısı, hangi mezhep veya dinden olursa olsun… hatta tanrı tanımazı…

Gelip bu coğrafyaya Şah-ı Zinde Kabristanı, Bibi Hatun Medresesi, Buhara’da Medreset-ül Arabi’yi gezip görmelerini… el işi bütün dünyaca tanınan ipekten Buhara halıların rengarenk raksına şahitlik etmelerini…

Dahası Türk-İslam dünyasına dünden bugüne ışık tutan büyük, bilge alimlerle meşk etmelerini… hangi yöne başını çevirsen ulu bir alimin dergahı, mekanı… İmam-ı Buhari, El Maturidi, Şeyh Nakşıbeddin Hazretleri, Molla Nasreddin ve nice sanat erbabı…

Semerkand’da adını saymakla bitmeyen büyük alim, sanatçılar adına dikilen cami, medrese, vakıf imaratlarının işte birkaçı: Uluğ Bey medresesi, Serdar Medresesi, Tilya- Kari Medresesi, Uluğ Bey Rasathanesi, Semerkand Afrasiyab Medresesi, Gur Emir Türbesi, Şah-ı Zinde Türbesi, Bibi Hanım Cami, Hazreti Hızır Cami, Davud Peygamber Türbesi, Zümrüt Hoca Cami, Bibi Hanım Türbesi, Kok Cami, Çarsu Antik Ticaret Merkezi, Ebu Mansur El-Maturidi Türbesi, Rukhobod Türbesi, İşrethane, Namazgah Cami, Kok Saray Kalıntıları, İmam El Buhari Mescidi vd.

Tarihin ara sokaklarından bir sel gibi akıp günümüze kadar gelen bu kültür zenginliğinin sarhoşluğunun doyumsuz tadını tarif etmek imkansız. Kısa bir zaman içinde Türkistan, Semerkant, Buhara ve tekrar Türkistan’a arabayla yolculuğumuzun bizde bıraktığı izlenimler bunlar… Dahası Hive, Andican, Harezm Bölgesini görüp gezmeden ve bir de Taşkent’i…

04.06.2019

[1] Endonezyalı asker ve siyasetçi. 1967-1998 yılları arasında Endonezya devlet başkanı olarak görev yaptı.

[2] Meydan Larousse Cilt2, 1988 Meydan Gazetecilik ve Neşriyat, İstanbul

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1992, Cilt 6

[3]Murat Bardakçı, https://www.haberturk.com/semerkand-ve-buharada-evliya-kabri-ziyaretleri-2162176, 19.05.2019