Posted on

CENTİLMEN HENGİRMEN

Yüreği Türk Dünyası kadar büyük,

arkadaşım ve hocam Göksel Öztürk’e

Bir kurum düşünün ki elinizden tutup hayallerinizin peşinden koşmanız için her türlü imkân ve fırsatı versin! Daha henüz lisans mezunuyken size güvensin, kol kanat gersin! “Yanlış yapar mı, verdiğimiz makam, mevkiinin ağırlığı altında ezilir mi?” diye asla ve kat’a tereddüt yaşamasın ve yaşatmasın!

***

1992 yılı mayıs ayı sonunda kısa dönem askerliğimi tamamladım. Gazi Eğitim Fakültesi Arapça bölümünden mezun olalı iki yıl olmuştu. Üniversiteli işsizler kervanına ben de katılmıştım. Bütün öğretmenlik alanlarında lisans mezunu öğretmen adaylarının atamaları beş altı ay içinde yapılıyordu. Arapça Öğretmenliğinden mezun olanlara ise öğretmenlik hakkı henüz verilmemişti. Doğrusu o hak verilse de MEB’de öğretmenlik yapmayı pek düşünmüyordum. Tezkere sevinciyle beraber geleceğe dair umut ışığı benim için hâlâ vardı ve bu ışık yanmaya devam ediyordu.

Ankara’da bir gün evin telefonu çaldı. Lisanstan arkadaşım: “AÜ TÖMER diye bir kurum var. Merkezi Kızılay’da. Stajyer Türkçe okutman alıyorlarmış. Ben gidip kaydımı yaptırdım, sen de müracaat et!”

“Biz Arapça Bölümü mezunuyuz. Bizi almazlar.” dedim. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunlarının yanısıra Filoloji mezunlarını da alıyorlar, vakit kaybetme!”

Gerekli evrak, fotoğraf ve dilekçeleri hazırlayıp ertesi günü Kızılay’daki TÖMER merkezine gittim. Yedinci kata çıkıp evraklarımı kayıt yapan sekreter hanıma teslim ettim. Sınıflar son derece modern, “U” şeklinde masalar, renkli kalemlerle yazılan parlak tahtalar, sağ tarafta televizyon, video ve müzik setinin yer aldığı kabin… Sınıflarda dünyanın her ülkesi ve bölgesinden gelen her yaş düzeyinde insanlar… Sanki Birleşmiş Milletler gibi…

Teras kata çıktım. Yine burası tıklım tıklım, yediden yetmişe yerli-yabancı öğrenciler. Kafeteryanın her masası renkli, cıvıl cıvıl…

Staja başladık. Staj hocamız sempatik bir hanımdı. Allah rahmet eylesin Neşe Ata hocamız iki ay bize vermiş olduğu stajda yabancılara Türkçe öğretiminde yöntem ve derslerdeki pratik uygulamalarla ilgili ayrıntılı bilgileri verdi. Staja başlamadan önce (Türkçenin yabancı dil olarak öğretimiyle ilgili herhangi bir bilgi sahibi olmayanlar gibi) ilkokul çocuklarına nasıl Türkçe öğretiliyorsa yabancılara da öyle öğretildiğini düşünüyordum. Bunun öyle kolay ve basit bir şey olmadığını daha ilk başlarda Neşe Hanımın verdiği örnek ve uygulamalar göstermişti. Nitekim sınıf arkadaşları olarak hepimiz bunun erken farkına varmıştık. Dolu dolu ve renkli bir staj dönemi geçirdik. Staj sonunda on dokuz kişilik bir kadro sınavı açıldı. Sınav yazılı ve sözlü olarak iki aşamalı olacaktı. Yazılı sınava girdik ve sözlüye yüz elliye yakın Türkçe okutman adayı çağrıldı. Sözlü sınav Tandoğan’da rektörlük binasının alt katında bir odada yapılacaktı. Okutman adayları salonda toplandı.

Dikmen’den sabah kahvaltı yapmadan Tandoğan’a gelmiştim. Okutman adaylarının kendi aralarında bakan, dekan isimlerini zikretmesi beni çökertmişti. Bırakın profesörü, Ankara Üniversitesinde tanıdığım kapıcı bile yoktu. Adı okunan jüri önüne çağrılıyordu. En son sıralara ben kalmıştım. Adım okundu, içeri girdim. Jüride Rektör Yrd. Tansel Hanım, Üstat ve TÖMER Bşk. Yrd. Gülser Hanım oturuyordu. Üstat jürinin önündeki sandalyeyi göstererek: “Buyrun, oturun!” dedi. Oturdum. Dil öğretim yöntemlerinden sordu. Lisansta dilciler, Bloomfield, Saussurei vd. dilbilimcilerin dille ilgili kuramsal yaklaşımlarının yanısıra dil öğretimine eğitim sosyolojisi ve eğitim psikolojisi derslerini aldığımızı ancak bir ana dilin yabancı dil olarak öğretiminde izlenecek yol-yöntem ve metodu AÜ TÖMER’de staj yaparken öğrendiğimizi açık ve net bir şekilde ifade ettim. Üstat Arapça’nın dünya dilleri arasındaki yeri ve önemi hakkında sorular sordu. Kısa ve öz biçimde cevaplandırdım. Yirmi-yirmi beş dakikalık bir sözlü sınavdan sonra teşekkür ettiler ve ben de odadan dışarı çıktım.

Sınav sonuçlarının iki saat sonra açıklanacağını ifade ettiler. Okutman adayları sınavda sorulan soruları hararetle tartışırken heyecanla sonucu bekliyorlardı. Kahvaltı yapmamış, öğleyin de bir şey atıştırmamış okutman adayı olarak sınav sonucunu bekleyecek durumda değildim. Kaldı ki bu kadar aday ve kimilerinin güçlü referansları varken benim kazanmam mucizeydi. Nitekim salondan çıkıp Dikmen’e gittim.

Ertesi gün, saat onlarda Kızılay TÖMER’e gittim. AÜ TÖMER Bşk. Yrd. Gülser Hanım’ın çağırdığını söylediler. Kapıyı çalıp içeri girdim. “Ahmet, sınavı kazandın. Dün neden sonucu beklemeden gittin!” dedi. Duyduklarıma inanamıyordum. Şaka olduğunu düşünüyordum. Gülser Hanım cevabımı beklemeden: “Samsun’da yeni açılan şubemize gitmek ister misin?” dedi. “Hangi şube olursa olsun giderim!” dedim. Teşekkür ettim ve kapıyı kapatıp odasından çıktım. Ayaklarım yere basmıyor, koltuklarımda iki kanat çıkıp adeta uçuyordum.

Kadroya alınan on dokuz okutman adayın en sonuncusu olarak Kızılay Şubesinin kapısından çıkarken masal tadındaki yolculuğumun ilk adımlarının tarifsiz keyfini çıkarıyordum.

***

Üstat, stajyer ve kadrolu yaklaşık beş yüz okutmanını Ankara Üniversitesinin Tandoğan’daki rektörlük binasının konferans salonuna toplar. Orta Asya’dan gelecek on bin öğrenci, bir yıl içinde Türkçe öğrendikten sonra Türkiye’nin değişik üniversitelerinde lisans ve yüksek lisans, doktora eğitimlerine devam edeceklerdir.

Hiç hesapta yokken ön bin öğrencinin Türkçe öğretimi, barınması, yiyecek-içecek masrafları, ulaşımı YÖK, MEB ve KYK’nın masasında birbirini etkileyen büyük bir problem yumağı olarak durmaktadır. Devlet yöneticileri konuyla ilgili resmi yazışma ve görüşmeleri tamamlamış, iş artık bürokrat ve eğitimcilere kalmıştır.

Türkiye’nin üniversitelerinden mangalda kül bırakmayan profesör, doçent ve doktorlar hamasi sözlerle lafla peynir gemisi yürütmeye kalkışırlar. Bu öğrencilerin tamamıyla ilgili: “Biz bu kardeşlerimize Türkçe öğretiriz. Yıllardan beri hasretiyle yanıp tutuşan bizleriz.” derken birden devlet denilen devasa çatının resmi toplantılarına davet edilip bir masa etrafında toplandıklarında koskoca bir“Aysberg Dağı” ile karşılaştıklarının ancak farkına varmışlardır.

“Bırakın on bin öğrenciyi, temsil ettiğiniz üniversite olarak bin öğrenciye dahi Türkçe öğretecek sınıflarınız, Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde uzman okutmanlarınız var mı? Ders kitaplarınız Türkçe öğretim setleriniz ne durumda?” gibi sorularla karşılaştıklarında kimi yetkililer; dersliklerini, ders kitaplarını veya okutman yetersizliklerini bahane ederek ipe un sermişlerdir. Kısacası sorun; otuz ya da üç yüz öğrencinin Türkçe öğretimi meselesi değil on bin öğrencinin Türkçe öğretimidir.

Bu projeye hazır ve cesaretli tek bir akademisyen vardır: Mehmet Hengirmen!

Üstat kadrolu ve stajyer okutmanların önünde kürsüye çıkar ve TÖMER tarihinde en önemli konuşmasını yapar:

“Değerli meslektaşlarım, yol arkadaşlarım. 1984 yılından beri ana dilimizi yabancılara öğretmenin yanısıra kendi halkımıza, üniversite öğrencilerine İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi dilleri öğreterek günümüze kadar geldik ve bu alanda büyük aşama kaydettik. Elbette bu başarıda siz değerli idareci, okutman, memur ve hizmetli arkadaşlarımızın büyük emeği var. AÜ TÖMER artık bu alanda bir marka haline gelmiştir. Tıpkı Almanların GOETHE Enstitüsü, Cambridge ve Oxford’un dil öğretim merkezleri gibi…

Artık önümüzde uzun ve zahmetli bir yol var. Hepiniz biliyorsunuz Sovyetler Birliği dağıldı. Devlet Başkanlarımız ve Başbakanlarımız sürekli Türk Cumhuriyetleriyle eğitim, ekonomi, kültür ve turizm alanında işbirliği protokolleri imzalamaktadır.

Özellikle yaklaşık on bin öğrencinin Türkiye’ye gelip üniversitelerde okumasıyla ilgili anlaşmalar imzalandı ve bundan artık geriye dönüş yoktur. YÖK, MEB, KYK ve devletin ilgili kurumları bilgilendirildi. Üniversiteler olarak bizlere de yazılar geldi. Devletimiz ve rektörlüğümüzün talimatları doğrultusunda biz de hazırlığımıza başladık ve TÖMER tarihinde dört yüze yakın Türkçe okutmanını kurumumuza davet edip stajlarını yaptırdık. Başta Ankara olmak üzere İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük şehirlerin yanısıra diğer bölgelerdeki illerde bina kiralama, kiralanan binaların tamirat ve tadilatıyla ilgili çalışmaları TÖMER olarak başlattık. Hepinizin bildiği üzere Ankara’da da Tunalı Hilmi, Sıhhiye şubelerini açtık. Şunu hepinizin önünde ifade etmek isterim ki eğer devletimiz YÖK ve MEB, gelen öğrencileri Türkçe eğitim- öğretimiyle ilgili AÜ TÖMER’e yönlendirmediği takdirde bu binaların kira, tamirat ve tadilatına dair masrafların tamamını bizzat şahsım olarak ben ödemek zorunda kalacağım. Böyle bir riski de göze almak zorundaydım. Çünkü gerekli yazışmalar resmi kurumlardan tamamlanıp bize gelene kadar hazırlıksız yakalanmış olacaktık. Bu durumda Devlet Başkan ve Bakanlarımızın vermiş olduğu sözler bir fiyasko olarak kurumlarımıza yansıyacaktı.

Şu açıkça görülüyor ki hiçbir devlet kurumu ve üniversite AÜ TÖMER kadar hazırlıklı değil. Burada Ankara ve diğer illerdeki üniversite temsilcilerinin çoğu, Türkçe eğitiminin kendilerine verilmesinin en doğru karar olacağını söylerken işin ciddiyetini anladıklarında köşe bucak kaçmaya çalıştılar. Buna zirve toplantılarında da şahit olduk.

Kısacası bu yolda kararlı ve sabırlı hareket etmek zorundayız. Devletimizin almış bu kararı harfiyen yerine getirecek siz gençlere inancım ve güvenim tamdır. Başka illerde görev yapmak isteyen arkadaşlarım Türkçe Koordinatör arkadaşlarıma ad ve soyadlarını yazdırsınlar. Kısa zamanda belli aralıklarla kadro sınavlarımız olacak. Bu sınavları da yakından takip etmenizi arzu ederiz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.”

***

Üstadın geleceğin Türkiye’siyle ilgili rüyası, hülyası vardır. Kimi bürokrat, Türkologların makam, koltuk sevdasının aksine her zaman ülke meselelerinin çözümüne yönelik dil, din, tarih konuları üzerinde kafa yormuş, çözüm yolları üretme çabası içine girmiştir.

Adı şanı olan üniversite, enstitü ve güçlü kurum ve kuruluşların dahi yapmaya cesaret edemeyeceği büyük organizasyonlara imza atar. “Türkiye’de ve Dünyada Anadil Eğitimi” adı altında bir dizi konferans gerçekleştirilir. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, ABD, Japonya, Suudi Arabistan, Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve daha birçok ülkenin ilk ve orta öğretiminde anadili öğretimine yönelik uygulama, plan ve programlar bu konferanslar serisinde masaya yatırılır. Ardından “Dünyada Din Eğitimi”, “Çocuk Edebiyatı” vd. konferans, sempozyumlar düzenleyerek Türkiye’nin  kronik sorunlarına çözüm yolu bulmaya yönelik çalışmalara öncülük eder.

“Dil Dergisi”nden sonra “Türk Lehçeleri ve Edebiyatı”, İstanbul Şubesinden “Edebiyat”, İzmir Şubesinden “Ana Dili” dergilerinin yayımlanmasında etkin rol oynar. Türk Lehçeleri ve Edebiyatı dergisiyle Türk Dünyasının dil ve edebiyat nabzını tutarak Kazakların ünlü düşünür şairi Abay, büyük Ozanı Jambıl Jabayev ve deha yazar Muhtar Awezov’la ilgili Türkiye’de ilk özel sayılar çıkarılmasında desteklerini esirgemez. Mahdumkulu, Bahtiyar Vahapzade ve Ali Şir Nevai gibi Türk dünyasının dehalarıyla ilgili ardı ardına özel sayılar yayımlanır. Yurtdışında Kazak dil, edebiyat ve kültürünün tanıtımına katkılarından dolayı Kazakistan Bilimler Akademisi tarafından kendisine “Akademik”(Ord. Prof.)unvanı verilir.

Üstadın Türkiye ve Türkçe adına yaptığı bilimsel ve kültürel çalışmaların adını saymakla bitmez: PendnameAydınlık Karanlık (Şiir Kitabı), Nurettin Koç’la hazırladığı yabancılar için üç cilt “Türkçe Öğreniyoruz” Türkçe Öğrenim Seti (Daha sonra kendisi altı cilt halinde yayımlamıştır.), Türkiye’nin kültür ve turizm coğrafyasını tanıtmaya yönelik yayımladığı (İngilizce, Almanca, Fransızca vd.) “Altın Ülke Türkiye” kitabı, Türkçe Dilbilgisi Kitabı, TÖMER Yöntemi (Dil öğretiminde TÖMER yöntemi ve AÜ TÖMER kurumunu bütün yönleriyle tanıtan kitap), Yabancılar için “Türkçe Öğrenelim Seti” (4 Cilt), Türkçe Öğretimine yönelik sözlükler (Türkçe-Almanca, Türkçe- İngilizce, Türkçe- Kazakça vd.), Tansık (Roman 2 cilt) vd. Üstat aynı zamanda profesyonel bir fotoğrafçıdır. Türkiye ve Türk cumhuriyetlerinde çekmiş olduğu fotoğraflar  başta Kültür ve Turizm Bakanlığının olmak üzere özel, tüzel kurum ve kuruluşların kataloglarında da yer almaktadır.

***

Kalkınma ve aydınlanmanın yolunun ancak ve ancak “eğitim” ve “eğitimli toplum”dan geçtiğine inanıyordu. En başında Türkiye genelinde, dâhi niteliğindeki öğrencilerin seçilip okutulduğu “Dâhiler Okulu” olmalıydı. Bu öğrenciler anaokulundan başlayıp üniversiteden mezun olana kadar farklı bir sistem ve metotla yetiştirilmeliydi.

Ülke kaynaklarını çok iyi değerlendirerek geleceğin aydın kuşak, misyon ve vizyon sahibi gençlerini yetiştirip idareci ve bürokratı yapmak… Kısır siyaset ve din adına karanlık yolların tutsağı, kişi, kişilik ve kurumlardan uzak çağı yakalayan modern bir toplum oluşturmak…

Bu uğurda sıkıntılı yıllar yaşadı, çetin hastalıkların üstesinden geldi. Babasından kalan Antep’teki fıstık bahçelerini eğitim, bilim yolunda sarf etti. “Eğitimden kazandığımızı eğitime yatırıyoruz!” ilkesiyle şahsı, kurumu ve ülkesi adına kalkınmanın temeline eğitimi, eğitimli insanı oturttu. Dil, din, tarih, kültür ve eğitim ekseninde Türkiye meselelerini yazılı ve görsel medyada verdiği röportajlarla hep gündeme getirdi.

Bütün bunlarla beraber Üstat iki konuda çok hassastı: Kurumunu siyaset ve cemaat akımlarından uzak tutmak!

Her zaman söylediği söz: “Siyasetle gelen siyasetle gider.” “Bizler devletimizin, milletimizin emrinde olan insanlarız.” Cemaat ve tarikat konusunda da her zaman dikkatli davranmış, bu tür yapılanmalara kurumunda asla fırsat vermemiştir. Günümüz devlet yönetimi ve siyasetinde yaşanan savrulma ve çalkantıları yıllar önce fark eden Hoca, iyi bir idareci örneğini sergileyerek bizlerin bu tür yapıların kıyısından, köşesinden dahi geçmemize müsaade etmemiştir. Bu nedenle üstada ne kadar teşekkür etsek azdır.

Yalnız bu demek değildir ki din diyanet konusuna hep soğuk durmuştur. Bu toplumun bilinçli bir şekilde dinini dilini tarihini öğrenmesi gerektiğini her fırsatta çıktığı radyo ve televizyon yayınlarında defalarca dile getirmiştir. Şüphesiz kurumda sosyal demokrat anlayışında personel olduğu gibi milliyetçi, muhafazakâr öğretim elemanları ve personel de vardı. Çağdaş, modern yönetim ve herkesin önemli, değerli bireyler olduğu ilkesinden hareketle siyasi çatışma, kısır tartışmalara behemahal kurumun kapısını kapatmıştır.

Her şeyden önce lisans, yüksek lisans mezunu çiçeği burnunda müdür, bölüm başkanı, başkan yardımcısı olarak görevlendirdiği gençlere güveniyordu. Güvendiği şube müdürü, bölüm başkanları ve idari kadrodaki gençler de bu güvene layık olmak için canla başla çalışıyorlardı.

Örneğin Paris’te düzenlenen dil fuarına Fransızcacı, Almanya’da düzenlenen dil fuarına Almancacı arkadaşlarımız gönderiliyordu. Hiçbir kaprise maruz bırakılmadan ve bürokratik engeller çıkarılmadan… Gençler bu sayede dünyada dil öğretimiyle ilgili çalışmaları yakından takip ederek engin tecrübeler kazanıyordu. Bilet, yol masrafları gibi konularda kurumun cimrilik yapması mevzu bahis bile değildi.

Bunun en bariz örneğine bizzat ben şahit olmuşumdur: Bir gün Kızılay TÖMER şubesinin kapısında üstatla karşılaştım (1994 yılının Eylül ayı olsa gerek). Kravatlı, takım elbiseli halimle selamımı verdim. Bana döndü: “Arkadaşım eski bakanlarımızdan biri, eşiyle Arapça öğrenmek istediğini söyledi. Ders kitapları, kaset konusunda yardımcı olabilir misin? Bakanımızın adresini sekreterim Arzu’dan alıp konuyla ilgilenirsen memnun olurum.”

Hiç tereddüt etmeden: “Emredersiniz hocam! Konuyla hemen ilgileneceğim.” dedim. Hoca da naif ses tonuyla hemen: “Estağfurullah arkadaşım, bizde emir olmaz rica olur.” diye karşılık verdi.

Çantaş yayınlarından Arapça seti ve kasetlerini iki ay önce almıştım. Hemen Arzu Hanım’dan Bakan Bey’in adresini aldım. Ertesi günü taksiye atlayarak Çukurambar’da oturan Bakan Bey’in evine ulaşıp kapının zilini çaldım. Evin hizmetçisi kapıyı açtı. Meseleyi izah ederek Arapça dil setini kendisine teslim ettim. Tekrar Kızılay TÖMER şubesine giderek hocaya talimatı yerine getirdiğimi ifade ettim. Teşekkür etti, ben de odasından çıkıp işime devam ettim.

Kurumun yayımlamış olduğu “Türk Lehçeleri ve Edebiyatı” Dergisinin 22 sayısını çıkardık. Üstat bir kere olsun ne yazılara ne çalışma sistemimize müdahale etti. Kazakistan, Kırgızistan gibi Türk Cumhuriyetlerinde yapılan kültür ve sanat etkinliklerine gitmek için izin istediğimizde: “Hemen dilekçenizi yazın, muhasebeye bilgi verin, biletlerinizi alsınlar!”

Yaşadığım tecrübe ve çalıştığımız üniversite kurumlarına baktığımızda bırakın okutmanı, yıllarını bilime adamış profesörlerimiz dahi yurtdışına çıkışta bilet konusundan tutun da birçok sorunlarla karşılaşmaktadır. Hoca ise üreten, çalışan hangi eleman olursa olsun önünü açıyor, tecrübe kazanmasına katkı sağlıyordu.

Yine daha yirmi beş yaşında, mesleğimizin baharındayken Kazakistan’a görevli okutman olarak gönderdi. Büyükelçi, alanında uzman, diplomat, dışişleri personeli, sağlık bakanlığının üst düzey doktorları, emniyet teşkilatının unvanlı müdürlerinin önüne çıkardı. Türkiye’de Türk Cumhuriyetleri Elçiliklerinin “Bağımsızlık Günleri” etkinliklerine kurumu temsilen bizleri gönderip devleti yöneten en üst düzey yetkililerle tanışma fırsatı verdi.

AÜ TÖMER’in dil ve kültür alanında projelerini anlatmak üzere Cumhurbaşkanımız, merhum Süleyman Demirel’le görüşmek üzere bizleri de heyetine alıp Çankaya Köşküne götürdü. Genç yaşımızda elçi, elçilik, devletin en alt kademesinden en üst kademesine varıncaya kadar –daha otuz yaşımıza gelmeden- görevli bürokrat, yöneticilerle tanıştırıp beraber çalışma imkânları sunarken Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca okutmanları olan bizler için gelecekteki düşler sokağının yolunu çoktan açmıştı.

Diksiyon, güzel konuşma, on sekiz dilde kurslar düzenleyen AÜ TÖMER, kurulduğundan günümüze kadar birçok okutman, meslektaşımızın yuvası oldu. Orada belli birikim ve tecrübe kazandıktan sonra Bilkent, Hacettepe, İstanbul Üniversitesi gibi Türkiye’nin saygın üniversitelerine gittiler. Söz konusu bu kıymetli meslektaşlarımız doktorasını bitirip doçent ve profesör oldular. Bugün Türk ekranlarında boy gösteren dizi senaristlerinden bir kaçı yine AÜ TÖMER kökenlidir.

***

Her pazartesi saat 11.00’de Koordinatör, idarecilerin katıldığı haftalık rutin toplantılar olurdu. Ayda bir de Türkiye’nin genelindeki şube müdür toplantıları… Bu toplantılar adeta terapi havasında geçerdi. Üstat Kurumun gelecek yıllardaki hedefi, bütçesi, şubelerde çıkan dergilerin teşviki gibi konularda görüşlerini dile getirir, tartışmaya açardı. TÖMER’in öğretim elemanı, müdür, idareci kadrosu genç ve dinamik kadrolardan oluşuyordu. Her toplantıda güven tazeliyor, kurumun hedefleri doğrultusunda kısa ve uzun vadede projelerinden bahsediyordu. Ulusal, uluslararası yapılacak konferanslar, etkinlikler Türkiye ve dünyada adım adım yapılması gereken işler…

Hocanın makam odasındaki koltuk, masa ve yerdeki halıfleksin kalitesi neyse başkan yardımcıları, koordinatörler, şubelerdeki müdür, öğretim elemanları hatta hizmetlilerin odasına varıncaya kadar masa, sandalye ve koltuk aynıydı. Eğitimde “Tepe mobilya ve Vakko kalitesi” derdi. Gittiğimiz her şubede ve her odada aynı kaliteyi görebiliyorduk. TÖMER başkanının diğer müdür ve hizmetlilerin odasından farklı tek lüksü, pencere kenarında otomatik koku salan fısfısıydı…

İstanbul Taksim Şişli, İzmir, Bursa, Samsun veya Trabzon Şubesi… Kurumun hangi biriminde hangi görevde çalışırsa çalışsın! Müdür, koordinatör, okutman veya hizmetli… kendisinin, eşinin veya çocuğunun doğum gününde özenle hazırlanmış, kaliteli kağıda yazılı tebrik kartını muhakkak gönderirdi. Ramazan, kurban bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, Cumhuriyet Bayramıyla ilgili bütün personele tebrik kartlarını göndererek her bir personelin önce kendisi daha sonra kurumu ve devleti için önemli olduğunu hissettirirdi.

Belki abartılı görülebilir ama yine de şunu açıkça ifade etmek zorundayım ki, özel ya da tüzel kurulmuş ve kurulmakta olan “Dil Öğretim Merkezlerinin” temelinde AÜ TÖMER kökenli bir Türkçe ya da İngilizce okutmanıyla mutlaka ama mutlaka karşılaşmak mümkündür. Üniversitelerin enstitüleri, eğitim fakültelerinin lisans bölümlerinde “Yabancılara Türkçe Öğretimi alanındaki lisans, yüksek lisans ve doktora programlarında Üstadın izleri ve AÜ TÖMER’in esintileri vardır. Türkiye’de ve dünyada hangi yabancı nasıl ve ne şekilde Türkçe öğrenmiş veya öğreniyorsa yine Hocanın dolaylı ya da dolaysız etkisi ve katkısını burada açık seçik ifade etmek gerekir. Kısacası dilimizi, kültürümüzü tüm dünyaya yayma adına AÜ TÖMER’i fabrika kuran fabrikaya dönüştürmüştür. Yaptığı bilimsel çalışmalar ve yetiştirdiği yüzlerce öğretim görevlisi ve akademisyenle devletine milletine hizmet eden Türkolog olarak Türkoloji alanında saygın yerini almıştır.

Bir kurum düşünün ki -o zamanın Türkiye’sine göre- çağ atlayan, eğitimde teknolojiyi mükemmel biçimde kullanan, modern bir anlayışla yönetilen, genç, dinamik kadrosuyla Türkiye’nin eğitimde markası haline gelen tartışmasız tek ve emsalsiz kuruluşu… AÜ TÖMER!

***

Geç gelen bir yazı…ama ne olursa olsun yazılması elzem bir yazıydı. Saf, samimi duygularla… bir de dünü ve bugünü, kuyumcu terazisinin kefesine koyup tarttığımızda…

Teşekkürler Üstat!

Şahsım, ailem, devletim, milletim ve Türkoloji adına…

Sizin darbı mesel ifadenizle!

Adım Hengirmen

Lakabım Centilmen

Üzdüysem sizi incinmen!