Posted on

SAKEMİN İÇ DÜNYASI[1]

Sakem’in iç dünyası pırıl pırıl parlayan bir mücevher gibiydi. Geçen yıl vefat eden  birinin ölüm yıldönümünün ertesi günü evimin telefonu çaldı. Sakem telefonda: ‘Evde misin?’ diye sordu. Ben de ona: ‘ Evde olmasam sana nasıl cevap verebilirim ki!’ dedim.  O da şakacı kimliğini hemen gösterip: ‘ Doğru ya. Seni sadece akşamki düğün aşa değil, gündüzkü düğünlere de davet ediyorlarmış.  Eee Kambersiz düğün olmaz derler. Gerçi haber vermeden de gelirdim. Hemen şimdi sana geliyorum.’ diyerek kahkaha attı. ‘Bak ben daha şimdi yine bir düğüne gidiyordum. İlk kez, böyle önceden haber verip gelmen büyük bir olay. Gel de onu kutlayalım.’ dedim.

Geldi. Geçmiş, bugüne dair uzun uzun sohbet ettik. Evet… epey yol almışız bu dünyada. Deminki davet konusu aklıma gelir gelmez: ‘ Moldoke (birbirimize Moldoke diye hitap ederiz) pek çok insan yetmişine merdiven dayadıktan sonra her beş senede  bir ziyafet düzenler. Seneye sen de yetmişine geleceksin. Çok insanın çay çorbasını içtin. Onlar da senden birşeyler bekler. Öğrencilerin de ne zaman Sakem’in doğum gününe gidip eğleneceğiz diye dört gözle bekliyorlardır.’ dedim.

Hah hah haa diye kahkahasını yine attı. Sonra: ‘Tamam anladım Moldoke, anladım… Maalesef herkesin hevesi kursağında kalacak.  Başıma iş açma. Bu dünyaya kendi isteğimizle gelmediğimiz gibi ele avuca gelir bir iş yapmadan yetmişe merdiven dayadık. Bunu  sanki müjdeler gibi herkesi toplayıp söz vermek ne kadar saçma ve anlamsız yahu! Gelenler, senin gönlünü almak için  birbirlerinin söyledikleri güzel sözleri tekrar ederler. Sen de Noel baba’yı gören çocuklar gibi sevinirken kafası çalışan insanlar bunu görse ne der? Oysa ben ne halkını kurtaran bir kahraman,  ne yol gösteren bir klavuzum…’ diyerek bu zamana kadar Kırgız edebiyatı ve halkına yaptığı bilimsel katkılarını bir kenara bırakarak mütevaziliğini gösterdi.

Maalesef kader karşısında hepimiz güçsüzüz. Bugün Sakem’in kırkı (ölümünün kırkıncı günü).

Daha önce de bahsettiğim gibi. Sakem’in içi dışı bir, cam gibi parıldayan bir mücevherdi. Özellikle onun şiirleri muhteşem. ‘Hışıldama ağacım, ağaçlarım’ şiiri Salican’ın gönlünden mısra mısra dökülmüştür. Okuyan insanın tüm benliğini garip bir yalnızlık, kimsesizlik ve hüzün kaplar. Gözyaşlarınıza hakim olamazsınız.

Sakem aynı zamanda tercüme işleriyle de meşgul oldu. Özellikle dört elle Türk şair Nazım Hikmet’in şiirlerini Kırgızca’ya çevirmek için Moskova’dan  Rusça-Türkçe sözlükler ve  Bulgaristan’da yayımlanan  külliyatını Sakem’e getirmiştim. Kendisi de bazı kitaplarını bulmuş. Uzun zaman Nazım’ın şiirlerinin çevirisiyle meşgul oldu.

Rusça ve Kırgızca çevirilerini karşılaştırdığımda nedendir Kırgızcasını çok sanatkarane buluyordum.  Bana göre muhteşem bir çeviriydi. Kendisini tebrik etmeye kalktığımda: ‘ Yok Moldoke! Yine çevirisinde biraz eksiklikler var.’ derdi. Sakem’in nereden duyduğunu bilmiyorum şu sözü beni etkilemiştir.

‘Atatürk bile Hikmet’in şiirini okuduğunda gözleri yaşarmış ve demiş ki ‘Keşke bu adam bizimle birlikte olsaydı, ne yazık ki komünist olmuş…’

Eğer Salican hep şiir üzerine yoğunlaşsaydı Kırgızca’yı zenginleştiren, kendini geliştiren ve şiir sanatına katkı sağlayan nadir şairlerden biri olurdu. Sakem, daha gençliğinin ilk çağlarında sanat ve edebiyata yatkın yetenekli kişiliğini ve öğretmenlik vasfını  yazdıkları bilimsel makalelerle göstermeye başladı.

Hangi yıl… hatırlamıyorum. Turgun Moldobayev, Colon Mamıtov ile Aslanbab’a sonra da Sarı Çelek’e gitmiştik.  Yolculukta hakkında konuşmadığımız sanatçı ve edebiyatçı kalmadı.  Barpı, Cenicok, Komuzcu Niyazalı… Günümüz şairlerinden sözetmeye başladığımızda Colon’un: ‘ Şairlikte Salican Bey’in üzerine kimseyi tanımıyorum. Çok akıllı ve yeteneğinin zirvesinde…’ sözü bugünkü gibi hala kulaklarımdadır.

Sakem’in öykü denemeleri de oldu. Bilimle daha erken tanışıp meşgul olmaya başladı. Ben ona: ‘ Sen yalnız edebiyatla haşır neşir olsaydın ulu bir klasik olurdun. Bilimle meşgul olursan edebiyata da zamanın kalmaz.’ deyince o da bana şu cevabı verdi.

‘Hey Mollacığım. Uzun süre yurt dışında kaldığın için bu ülkenin gerçeklerinden uzak kaldın. Günümüz Kırgız toplumunda kimler çok? Uzman, aydın ya da mühendis değil, şair çok. Çoğu emekçi sanatçı (devlet sanatçısı) ödülünü almış, göğüsleri nişan ve madalyalarla dolu… Özel statüye sahip ‘şımarık’ insanlar. Yazdıkları her bir satır için telif ücreti alırlar. Kitapları cilt cilt basılır. Geçim derdi, sıkıntısı çekmezler. Eleştirmen olduktan sonra düşmanın dostundan daha çok oluyormuş. Bizim şairlere gerçeği söylersen hemen küserler. Çünkü herkes kendini Kaf Dağının zirvesinde zannediyor.  Onların Tanrı’nın bahşettiği kanatları olmadıkça bin kez eleştirsen de uçuramazsın. Eleştirmenlik başka bir şey. Bir şair ya da yazar olarak kolay kazanmak için o ‘şımarıklar’ gibi olmak lazım. Hükümet ve partinin siyasetini övüp ideolojilerine uygun birşeyler yazmadığında ya da her bayram gazetelerde şiirlerin yazılmadığı sürece elbette sana değer vermezler. Ben fakirim ama öyle bir şey yapamam. El emeği, göz nuru döktüğün kitabını yayımlamak için tanış, tanıdık bulup ağırlayarak gönül almak lazımmış.  Bir nevi ona mahkum oluyorsun. Ben bunu da yapamam. Günümüzde alın teri döküp maaşınla geçinmekten başka çaren yok. En azından özgürce kendi fikrini söyleyebiliyorsun. Bu sayede yönetmenlerle bile arkadaş oldum.’ dedi.

Bilimler Akademisinde çalışırken bir anısını da şöyle anlatmıştı:

Bana herkes soruyor. ‘Akademide iş çok mu?’ diye. Ben de: ‘Yok yahu, keyf çatıyoruz. Öğleye kadar oturuyor, öğleden sonra masanın üstüne şapkamı bırakıp gidiyorum. Herkes dışarı daha yeni çıktığımı sanıyor. Akşam gelip şapkamı alıp gidiyorum diyerek hafiften zülfü yare dokundum. Bunu birileri hemen parti komitesi sekreterliğine uçurmuş. Bir gün şehir parti komitesi sekreterliğine beni çağırdılar. Sekreter Karıbek Moldobayev, akademi temsilcileriyle toplantı yapıyormuş.  Tarla ve arazilerde ekili buğdayın israf edilmeden toplanması için akdemiden eleman talebinde bulunur. Akademi temsilcisi: ‘Bilimsel çalışmalarımızı tamamlamak için zamana ihtiyacımız var. Bizi mazur görünüz!’ diye ricada bulunur. Moldobayev ipe un serdiklerini hemen anlar. ‘Akademi keyf çatılan bir yermiş. Bunu Salican Cigitov söylüyor. O yalan söylemez. Ben ona inanıyorum. Hiç kimseye izin vermeyin. Özellikle akademiye!’ diyerek kestirip atmış.

Tarih Enstitüsünün Başkanı bana ters ters bakıp: ‘ Hey Salican! Senin akademide keyfin yerindeyse bunu herkese ilan etmek zorunda mısın? Bak şimdi hepimiz eşekler gibi çalışacağız. Kına yak!’ deyiverdi. Ne diyeceğimi şaşırdım. ‘Afedersiniz, akademimizin bu sırrını kimseye söylememem gerektiğini unutmuşum. Şeytan kanıma girdi. Birden ağzımdan çıkıvermiş. Ama ben demiştim. Bu ülkede çalışan sadece zavallı bürokrat ve bakanlar diye. Bizse zevkü safa sürüyoruz… dediğimde çok güldü. ‘ Ah Salican!  Yine taşı gediğine koydun ya! Seninle laf yarıştıracak şu alemde kimse yok. Hadi öyleyse benim odaya gidip satranç oynayalım seninle’ dedi. Odasına gittik ve satranç oynamaya başladık.  Onu yendim. Bana şaşkın şaşkın bakıp: ‘ Ayıp olmuyor mu?’ dedi.  Ben de: ‘ Tabi ya. Ben de onun için yendim ya sizi.’ dedim.  Sabahtan akşama kadar  çalışan insanın satranç oynamaya hiç vakti olmaz, pratik yapamaz. Bense sizler gibi çalışmıyorum. Hergün satranç oynuyorum. Eğer siz yenseydiniz herkes yanlış alnardı’ dediğimde oradakilerin hepsi bıyık altından gülüşütüler.

Romantik şair dostum artık pragmatik bir bilim adamı oldu. Doğru bir iş yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum. Kırgızların tarihi, dünyaya bakışı; bir bakıma edebiyatla ilintilidir. Ulusal edebiyatımızın temelini gelenek ve yenilikler açısından ele aldığımızda yazınsal bir yapıt; toplumun ruh, düşünce düzeyi, entellektüel ve kültürel donanımının açık bir yansımasıdır. Bütün bunların analizi ancak ve ancak bilim ve bilgiyle olur.

Salican bu yolda emin adımlarla ilerleyip edebiyatın ulaştığı en yüksek zirveye  çıkabilmiştir. Edebiyatın ilgi alanına giren her alan Salican Cigitov’un sahasına girmiş demektir. Sürekli okur.  Okuyamadığı kitap ve kaynakları da devamlı başka insanlardan sorup soruşturup öğrenirdi. Toplumu toplum, insanı da insan yapan değer ve sistemler üzerine devamlı kafa yorardı. Algılama, anlama, sorgulama, analiz ve yorumlama safhasındaki en son değerlendirmeleri, diğer insanlardan  farklı ve son derece şaşırtıcıydı.  Bana göre o, hiçbir zaman dogmanın kurbanı olmadı. Önceden kabul edip benimsediklerini zamanın gerçeklerine,  mantığına uygun düşmediğinde reddetmesini de biliyordu. Başkalarına ters gelen yenilikleri de akıl süzgecinden geçirerek benimseyip fikir dünyasında sentezini yapabiliyordu. Geleneksel olanla yeni olan; Salican’ın en önemli sorunlarından biriydi.

‘Evet doğru! Bunlara layık gençlik mi var? Küçükler büyüklere bakarak büyür.’ dediğimde: ‘Hayır onlar zaten var. Aha ülkenin Güneyi… Günümüzde Güneyliler… Ülke standardını yakaladıkça buradakilerin bakış açısını da iyi anlamak gerek. Bu durumdan ben de memnun değilim. Tanıdık, eş dost sayesinde makam mevki kapma yarışı… Okumuş, görmüş yüksek tahsilli Güneyli gençler çok. Onları da memleket olarak iyi değerlendirmeliyiz. Üzücü olan bir kadro siyasetini hâlâ meşru zemine oturtabilmiş değiliz. Güneyli Kuzeyli meselesinin temelinde de bu var. İşini layıkıyla yapan, adalet çizgisinden ayrılmayan birinden kim şikayet edebilir ki!  İşte Razzakov… hala halkın dilinden düşmüyor. Hep hayırla yadediliyor. O halkı hiçbir şekilde boy soy ve bölgesel kimlik açısından ayırmadı. İşini doğru dürüst yapanları hep destekledi, arkasında oldu.

Bu sözlerini destekleyen birkaç cümle de ben söyledim. Razzakov’dan çok söz ediyoruz. En önemli özelliği adalet, hak ve hukuku gözeten bir devlet adamı olmasıdır. O, Kırgız toplumu dışında büyüyen biri. Feodal yapı ve akrabalık psikolojisinden uzaktır. Yetim olduğu için bir makam, mevkiye geldiğinde kendisinden birşeyler isteyen, beklentisi olan kimi kimsesi yoktu. Bu nedenle dişi tırnağıyla çalışıp devletin en üst makamlarına gelmiş, yalnız kendine ve adaletli çalışan insanlara güvenmiştir. Bu tip insanların diyeti yoktur. Doğal sonucu olarak herkese adil davranmış ve adaletli bir yönetici olmuştur.

İşte dilinden hiç düşürmediğin Atatürk, halkının sırat köprüsünde var veya yok olma imtihanını verdiği bir zamanda malını, canını herşeyini halkına adamıştır.

Razzakov da halkının siyaset, kültür, bilim ve sanat alanında yanlış giden meseleleri önce tespit etmiş ve daha sonra çözüm yolları üretmeye çalışmıştır. Olaya dışarıdan bakabilmek, problemlerin tespit ve çözümüne yönelik birçok avantaj sağlar. Razzakov da bu avantajları halkının lehine iyi değerlendirmiştir.

Salican: ‘Tebrik ederim. Bu düşüncelerini yazıya dönüştürmenin zamanı gelmedi mi?’ diyerek  bana serzenişte bulundu.

Söylemiş olduğu gerçeğin acı bir gerçek olduğunu ve çoğu zaman dinleyenlerin de hoşuna gitmediğini bilir: ‘Konuşurken biraz dikkatli olamaz mısın?’ diye ikaz ederdim.

‘Ya Mollacığım birkaç sene diplomat olunca kılı kırk yarmaya başlamışsın. Bizde imalı, kibarca söylenen söz kulak ardı edilir. Acı gerçeği söylersen bir şey yok. Kırgız elitlerinin gözleri enselerinde… küsüyorlar bana’ dedi.

Sakem laf kalabalığı olan tartışmalara girmezdi.  Monolog yapar gibi görüşlerini tane tane sıralardı. Kimi zaman konuşma arasında ünlü kahkahasını atar ve sonuç ifadesini bir formülle bitirirdi.

                                                                                İşenbay Abdırazzakov

                                                                        Bişkek Times, 17.03. 2006

[1] İşenbay Abdırazzakov iyi bir diplomat, aydın bir insan, siyasette kimseye diyeti olmayan bir devlet adamıdır. Uzun bir dönem Cumhurbaşkanı sekreterliği yapmıştır.

Kendisini Kırgızistan- Türkiye Manas Üniversitesi, Ata Manas Salonunda birkaç kez dinleme fırsatı buldum. Osmanlı sonrası Cumhuriyet ve Atatürk’le ilgili  değerlendirmeleri son derece ilgi çekici, çarpıcı ve düşündürücüdür. Atatürk’ün yaptığı reformların Türkiye için neden gerektiği ve sonuçlarının Rusya, Türk Cumhuriyetleri ve dünya için ne ifade ettiği konusundaki görüşleri bizler için  çok farklı ve etkileyici olmuştur.

Bu değerlendirmeler ışığında Kırgızistan’da siyaset, eğitim ve bilim alanında yapılacak çalışmaların yol haritasını da yaptığı konuşmalarda sık sık dile getirmiştir.

Türk ve Türk dünyası gençliğinin engin tecrübesi, bilgi birikimiyle ak sakal İşenbay Abdırazzakov’dan  öğreneceği çok şeyler var diye düşünüyoruz.