Posted on

 Duman*

Beyşenbay Usubaliyev

 

Asılkerim telaşla çıkıp apar topar giyinmeye başladı. Onun yanında iki çocuk soyunuyordu. Onlar Asılkerim’in dikkatini bile çekmedi, hiç birşey düşünmedi. Fakat ona birisi bakıyor gibi geldi. Onlardan birinin kendisini gözetlediğini sezdi. Birden bakıverdi ve kendisine korkulu gözlerle bakan sarışın çocukla göz göze geldiler. Çocuk endişeyle gülümsedi. Asılkerim gülmek istedi ama gülemedi. Sonra tekrar giyinmesine devam etti. Biraz sonra deminki çocuk sakince yanaştı ve korkuyla,

-Ağabey, siz banyodan mı çıktınız ?

Asılkerim korktu

-Evet! Ne oldu? Bir şey mi var? Başka nereden çıkacaktım ki. İşte giyiniyorum! Ne yani…

Çocuk utanarak:

-Hiç, dedi. Sabırsızlıkla kıs kıs güldü.

-Ağabey, kulağınız sabunlu kalmış da…

Diğer çocuk onlara yaklaşmaktan çekiniyordu. Bunu duyar duymaz hemen onlara yaklaştı ve

-Diğer kulağınız da öyle, dedi sevinçle.

İkisi kıs kıs güldü. Ne diyeceğini bilmeyen Asılkerim de gülümsedi. Sonra gülümsemesi yüzünden kayboldu:

-Ne?!, dedi korkmuşcasına.Canı sıkıldı.

-Onu kim söyledi?

-Çocuklar hiç bir şey anlamadan şaşırarak baktılar.

Asılkerim yine bağırdı

-Kulağımın sabun olduğunu size kim söyledi diyorum?!

İkisi de cevap bulamadan duraksadılar ve

-Hiç kimse…, dediler sonra bir ağızdan

-Biz gördük…Sabunlu kalmış…

-Sabunsa ne olmuş yani?! diye Asılkerim kızdı, sonra sakinleşti

-Sabun olsa kurularız. El var, peştemal var. Ne… Sabun diye…Kenardaki peştemalı aldı ve söylene söylene kulağını kurulamaya başladı.

-Sabun diye…Kulağımı henüz yıkamamıştım ki. Sabun ise beş dakikalık iş. Çocuklar öç alırcasına kulağını şiddetle silen Asılkerim’e hayret içinde bakıp durdular ve kıs kıs gülerek banyoya girdiler.

Onlar girer girmez Asılkerim peştemalını attı. Sonra peştemalı iç çamaşırlarıyla birlikte sarıp sarmalayıp kara bir çantaya soktu ve dışarıya çıkıverdi. Bekleme odasında çok az kişi vardı. Sadece üç dört çocuk bekliyordu. “Çocuklar çok gelmeye başlamış”, diye düşündü. Tam çıkacakken hamamda çalışan kadınla yüz yüze geldiler.

Şaşkınlık içinde:

-Ahh! bu nasıl iş, girmenle çıkman bir oldu, demin girmiştin. Hemen niye çıkıverdin?

Asılkerim duraksadı:

-Ben…Benimki çok oldu

-Alışmayınca böyle olur, dedi kadın gülerek. Alıştıktan sonra ohoo. Başını sallayarak gülümsedi.

Asılkerim hiç bir şey anlamadan gülümser gibi yaptı. Sonra hiç bir şey söylemeden yürüdü. Dışarıya çıktığında kendini kuş gibi hafif hissetti.

Hiç bir şey düşünmedi, yürümeye devam etti. Biraz sonra hamamda çalışan kadının görünüşü, yüzü aniden gözünün önüne geldi. Özellikle alay edercesine tebessümü…

Durup dururken sinirlendi. Niçin güldü?! Hayret bir şey, kim ne kadar zaman yıkanırsa yıkansın ona ne? Bu yetmezmiş gibi bekleme odasında sırada bekleyen çocukları hatırladı. “Çocuklar çok geliyorlar!”, diye öfkeyle mırıldandı.

-Bu çocuklar niye kirlenir ki, yine banyodaki kadın aklına geldi. “Hepsi aynı, diye fısıldadı. Biraz değişse, kocası da öldü. Hiç değişmemiş. Hâlâ çok şişman!”

Memnuniyetsizliğini yansıttı. Sonra sinirlenmeye başladı. Hamamcı kadın onu niçin öfkelendirdiğini bilemeyip buna kafa yordu. Gayretle göz önüne getirmeye başladı. İşte çıktı, kurulandı. Nedense kulağındaki sabunu hatırlamak istemedi. Giyindi ve çıktı. Çıktığında üç çocuk oturuyordu. Sonra banyocu kadınla karşılaştı.

Karşılaştı ve ne dediğini hatırlayamaya çalıştı. Herşey, banyoda çalışan kadının görünüşü, yüzü, konuşurken ağzını kımıldatışı, gülmesi göz önüne geliyor, ama ne söylediğini ne kadar çabalasa da hatırlayamadı. Elini boş ver dercesine sallayıp yürümeye devam etti. Biraz sonra aniden durdu. Sevindi, banyoda çalışan kadının sözünü aniden hatırlayıverdi: “Niye çıkıverdin?..” İlginç yönü, şimdi o kadar fena duyulmadı.

Sorsa neymiş bizzat geldiğinde de on iki ay kırk yıldan beri banyo, banyo diye heves ve arzuyla gelip sonra da girmenle çıkman bir olursa insan şaşırmaz mı? O zaman biraz önce niye sinirlendi. Fakat, demin gerçekten tuhaf gelmişti, şimdi düşündüğünde insana eziyet çektirecek bir şey yokmuş. Tuhaf…çehresi, gülmesi özellikle alay ederek gülüyormuş gibi sezilmişti. Aslında düşünürse alay etmemiş. Ne kadar gayret etmesine rağmen alay bir yana onun izini bile göremedi. Kadının tebessüm etmesini göz önüne getirdi. Memnuniyetle gülümsüyordu. Asılkerim kendine öfkelendi. Şişman ise ne yapsın?!, dedi kendi kendine. Allah öyle yaratmışsa… Eşini de erken kaybetmiş biçare…”Şimdi banyoda çalışan kadın bu kayıptan dolayı zayıflayarak, avurdu avurduna göçen, endişe ve ızdırap çekmiş gibi gözünün önüne geldi. Hazin görünüp ona acımaya başladı. Nedendir hafifledi, öfkelenmiyordu. Rahat rahat yürüyormuş gibi sezildi. Ama birdenbire yarım yamalak yıkanıp banyodan çıkıverdiğini hatırladı. Yara sıkılmış gibi başını kaldırdı. Karşısında baraj duruyor gibi geldi. Niçin, diye şaşkınlıkla fısıldadı. -Tuhaf…Neden?..  Düşüne düşüne cevabını bulamadı. Yine sinirlenmeye başladı. Sonunda ne yapacağını bilmeden evden, güzelce bir yıkanıp keyif edeyim diye istekle çıktığını hatırladı. Sonra böylece…Banyoyu kaç yıldır arzu ediyor, her yıl bir sonraki geldiğimde yıkanırım diyor, fakat yetişemeden gidiyordu. Her yıl gelecek sene diye diye durmadan erteliyordu.

Bir dahaki sefere…Böyle derken kaç yıl geçti. Asılkerim yavaş yavaş yürüyerek kaç yıldan beri hamama gitmediğini saymaya başladı. Yaklaşık on yıl… Pişman olmuş gibi başını salladı. Şüphesiz, bu yıllar içerisinde vücudum su görmedi derse bir Allah’ın kulu inanmaz. Yıkanırdı, büyük leğende yıkanırdı. Yıkanmak her zaman bir zorluktu. Ya sabah erkenden, ya insanlar uyuduktan sonra yıkanırdı. Eşi ona su dökerdi. Çocukları uyurlardı. Çocuklar uyanmasın diye sıkıntıyla  yıkanırdı. Eğer uyanırlarsa telaşla giyiniverir. Çocuklarının önünde çırılçıplak olarak yıkanmak… Asılkerim kendisini, çıplak olarak yıkanırken çocukları seyrediyormuş gibi utandı. Çevresine telaşlanarak baktı. Sonra eşi aklına geldi. O ne zaman yıkanırdı? Asılkerim bunu önceleri hiç düşünmemişti. Tabi, yıkanırdı, neden yıkanmasın. Hatta karısının ruj, pudra taşıdığını birçok kere görmüştü. Bazen yattığında karısı başka bir güzellikte kokardı. Hiç önem vermezdi, sadece bir başka koktuğunu hissederdi. Şimdi anlamıştı, o kokunun sabun kokusu olduğunu. Demek ki o günlerde karısının yıkandığını farketti. Ama ne zaman? Ona kim su dökerdi? Asılkerim hiç karısına su dökmemişti, hatta onun yıkanıp yıkanmadığına bile önem vermemişti. Yalnız kendini düşünürdü, o kadar arzu ederdi, keşke hamam yapsam, hiç sıkılmadan kendi başıma banyo yapsam diye can atardı. Bu dileği gerçekleşip bugün hamama gelmişti. Fakat başlı başına yıkanarak keyif almak şöyle dursun, başını suya batırıp çıkardı ve gitti. Niçin? Asılkerim kâh kendine sinirleniyor, kâh hayret ederek omzunu silkiyordu. Banyoya neşeli girmişti. Belâ, soyunmaya başladığında çıktı. Önceden aklına gelmemişti, buraya gelmeden önce hiç merak etmemişti, soyunmaya başladığında çıplak banyo yapması gerektiğini hatırladı. Korktu. Karısına öfkelendi. Nedenini bilmiyor, bunun için eşini suçluyordu. Etrafına göz attı, çok da insan yoktu. İki, üç kişi kenarda rahat rahat soyunuyordu. Asılkerim sinirlenerek üstünü çıkarıp attıktan sonra iç çamaşırlarını çıkaracağı zaman tereddüt etti. Çıkarıp çıkarmaması konusunda tereddüt ediyordu. Sonra anadan doğma girmekte olan iki kişiyi görüp cesarete geldi. Soyundu. Soyunduktan sonra iç çamaşırlarını sarıp sarmalayıp çabucak toparlayıp dolabın içine soktu. Sonra aceleyle banyoya girdi. Girdiğinde… Aman Allah’ım! Hepsi çıplak. “İlginç”, dedi kendine şaşırıp çıplak olarak yıkanmak gerekiyor ya. Banyoya giysiyle girilecek değil elbet. Kafasını salladı. Yer aramaya başladı. Ta kenarda birisi sabundan yüzü köpük içinde tahtanın üzerine yatmıştı. Asılkerim de onun yanına gidip oturdu. Oturunca o elini çekti ve:

-Ne ağzını açıp kaldın, birisini mi arıyorsun?, diye sordu.

Asılkerim gözleriyle süzdü, arkadaşı Murat’mış.

-Ahh…, dedi sevinçle… Yine haraketsiz duruyordu.

Murat:

-Niye geldin ? Banyo yapmak için mi, yoksa sağa sola bakınmak için mi? İkimiz de o yaşı çoktan geçtik. Neden korkulu gözlerle bakıp duruyorsun…

Bu sözü duyunca yakındakiler güldüler. Asılkerim daha çok çekinmişti, kendini rahat hissedemiyordu. Ne yapacağını şaşırdı ve sabununu yere düşürdü. O kirlenmiş suya culp diye düşüp çukura doğru gitti. Asılkerim telaşlandı, leğenini bırakıp sabunun ardından koştu. Elle tutulmuyor, tuttuğunda elinden yağ gibi kayıyordu. Sonunda çukura girip kayboldu. O sıçan avlayan kedi gibi gözünü dikip çukura bakarak dimdik oturdu.

Murat:

-Altınından ayrılsan da gel buraya. Sabun yeter, önemli değil. Yoksa karından mı korkuyorsun?

Asılkerim elini sallayıp ona doğru yürüdü. Leğenini yerine koyup ne yapacağını bilmeden donup kaldı.

-Aktan, dedi Murat o tarafta yıkanan birisine, bu ağabeyine su getirir misin. Gülümsedi. Çıplak insanları görmeyen bu biçare, kendini kaybetti galiba.

O hemen birşey söylemeden leğeni alıp götürdü.

-Hayır… ben kendim yaparım diyerek Asılkerim leğeni almaya yeltendi.

-Boş ver, getirir. Murat Asılkerim’in elini çekti. Biraderi olanın sırtı yere gelmez.

Asılkerim otururken bunu tasdiklercesine başını salladı.

Murat’ın sözlerini hatırlayınca korktu. Birader sözü niçindir soğuk etki yarattı. Aktan’ın, Murat’ın yakın biraderi olduğu aklına gelince daha da çekindi. Kendi düşüncesinden kurtulmak isteyerek etrafına korkuyla baktı. Çıplak insanlar. “İnsanların çıplak olarak yıkanması gerekiyor ya.” diye düşündü yine. Bunun hayret edilecek, utanılacak nesi var ki, insan banyoya giyim kuşamıyla giremez ya. “Giysisini çıkardığı zaman insan değişiyormuş”, dedi tekrar. Kendine bakındı, sevimsiz göründü. “-Anadan doğma bakımsız Tarzan gibi. Bakmak istemezsin, iğrenirsin. Giyinik iken bilinmez. Herkes zarif… Hele de kilolu insanlar tombul yanaklarıyla iyi görünür. Giyimsiz ise göbeği balkon gibi sarkmış. Bacakları ise ipince… Allah göstermesin…” Asılkerim memnuniyetsizce elini salladı.

Murat bu arada yere tükürüp:

-Tüh, itin tekiymişsin! Hâlâ oturuyor musun? Ne, suyun soğumasını mı bekliyorsun, dağın adamın dişlerini sızlatan soğuk suyuna alıştın ya, öyle mi?!

Asılkerim ne hakkında konuştuğunu soran gözlerle baktı.

Murat böbürlenerek leğene işaret etti:

-Suyun soğumadı mı? Kendi kendine söylendi. Çoktan getirmişti, ha şimdi ha sonra yıkanacak derken hâlâ yıkanmıyor. Donmuş gibi duruyor. -Asılkerim’e baktı. Yoksa ne…

-Haaa, Asılkerim bu yine bir şeyler söyleyiverir diye yerinden aceleyle kalkıp leğeni kendine çekti ve su dökündü.

-Yordun!.. Sözünü bitiremediği için gücenmişcesine Murat, yerinden sıçrayıp suyu alıverdi ve Asılkerim’in sırtından aşağı döküverdi. İşte böyle yıkanmak lâzım. Aval aval bakma. Al sabunu. İyice derin soyulana dek yıkan. Evellallah, eve vardığında karın bile tanıyamasın…

Asılkerim birşey söylemeden gülerek sabunu alıp sürünmeye başladı.

-Akıl, diye seslendi Murat. Gel sırtımı kesele. Akıl diyorum. Allah kahretsin, yerin dibine mi geçtin…

Bu isim nedendir kulağına çok hoş geldi. “Akıl kimdi?”, diye düşündü Asılkerim.

Bu arada yaşı on civarında bir esmer çocuk koşarak gelip Murat’ın arkasını keselemeye başladı..

Murat memnuniyetsizlikle:

-Evlenecek çağa geldin. Fakat bir kese atmayı bilmiyorsun, biraz sert kesele.

Çocuk Asılkerim’e bakıp utanırcasına gülümsedi. Nedense tanıdık birisine benziyordu. Özellikle tebessüm ettiğinde tanıdık gibi geldi. Kim olduğunu hatırlayamadan kafa yormaya başladı. Ansızın bacağını şiddetle mıncıklayıverdi, çoktan beri tanıdığı Akılmış. Murat’ın büyük oğlu. Murat arkadaşları arasında ilk evlenen, ilk çocuk sahibi olandı. Başka şeyi unutursa da, bunu nasıl unuturdu. O zaman sarhoş olarak beş altı arkadaş külüstür bir traktöre sıkışıp ileri geri sürüp sokağın altını üstüne getirerek şarkı söylemişlerdi. Brigadir zar zor durdurmuştu. O öfkelenip: “Çoluk çocuğa karışmak ister gibi, Hay atasını, demişti. Ağızları süt kokar, bir de çocuk sahibi olurlar!.. Utanmıyor musunuz, anne babanıza ayıp olmaz mı?” Asılkerim gülümsedi. Bir yandan da hayret etti, niçin o kadar içmişlerdi? O zamanlarda hiç bir şeyle ilgilenmiyorsun, gönlün aşkın ne demek olduğunu bile bilmiyorsun. Çocuk sahibi oldum diye Murat sevinerek gelmiş. Kim olduğunu bilmiyorum, kısacası birisi hadi gidelim, dedi. Gittiler ve içtiler. Sonra külüstür traktöre binip… Asılkerim bundan çok hoşnuttu. O davranışı için kimseyi suçlamak istemiyordu. Başını sevinçle sallıyordu. Sonra çocuğa baktı ve korkuverdi. Çocuk çıplakmış. Çırılçıplak. Çocuk bir sürü insana karışıp kayboldu. Asılkerim onu ayırt edemedi. Sadece çıplak olduğu kafasına takıldı. “Garip, dedi kendi kendine kızarak.-Herkes çıplak ya..” Leğenine baktı, su yok. Yanındaki musluğu açıp su doldurdu. “Önceden bunu neden görmedim?, dedi hayretle. -Burnumun dibindeymiş…” Bir şey eksikmiş gibi çekinmeye, utanmaya başladı. Yine çocuğu hatırladı, çırılçıplak rahatça gidiyor. O onun elinde üç yaşına kadar beraber büyümüş gibi oldu. Asılkerim bekârken Murat’ın evine çok giderdi. Gittiğinde Akıl’ı bırakmıyordu. Akıl da sevimli çocuktu.

Debelenmesi. Mırın kırın ederek ses çıkarması. İşte o günler de çoğunlukla çıplak dolaşıyordu. Çıplakken daha da sevimli görünürdü. Hatta Asılkerim onu mahsus soyundurup giyimini çıkartırdı. Şimdi baksana… Etrafına göz attı. Bir fikir aklına geliverdi: bunların hepsi küçük, tam Akıl gibi çocuk olmuşlardı ya. Belki küçükken çıplak dolaşırken, onların hepsi sevimliydi. Çıplak olsa dahi küçük çocukların hepsi insanın hoşuna gider. Sonra… Büyüdüğünde niye böyle?! Tekrar etrafına bakarak bu insanların bir zamanlar küçük çocuk olduklarına inanmıyormuş gibi başını salladı. Gerçekten, neden çıplak çocuklar şirin gözükür de, aynı çocuklar büyüdüğünde anadan doğma olduğunda itici görünür?! Ne sebeple?.. Asılkerim’in kafası karıştı. Murat’a göz attı. O rahat rahat yıkanıyor, vücudu köpük içinde. Şaşkın şaşkın bakakaldı. Sonra nedense işte bu Murat’ın kendi çocuğuna arkasını ovalattığı aklına geldi. Hatırlayıp Murat’a gözünü dikti. O da çıplak. Akıl da çıplak. Asılkerim titreyiverdi, dondu, kımıldamaktan korktu. Akıl küçük değil ki on yaşını geçti. Sonra… Aktan’ı hatırladı. O Murat’ın uzak akrabası mı, olsa olsa iki göbekten akraba. Murat’a yaklaşıp onunla konuşmak istedi. Tekrar durdu, makaraya alıp yine rezil edecek diye korktu. Sıkılıyordu. Organları fazla gibi sağ elini saklasa sol eli çıkıyordu. Leğeni alıp ondaki suyu başından aşağı döktü. Başını sağa sola salladı. Leğeni alıp etrafına dikkatle baktı, sonra kapıya doğru yavaş yürüdü.

Murat bağırıp:

-Gidiyor musun?! Girmenle çıkman…

Asılkerim onun sözünü keserek:

-Hayır… Ben şimdi…

Niçindir kendini kuş gibi hissetti, arkasına dönüp bakmadan çıktı ve leğeni öfkeyle dolabın üstüne attı.

Asılkerim hemen durdu. Ne kadar düşünse de banyodan niçin çıkıverdiğini hatırlayamadı. Kendine sinirlenerek hamama baktı. Hemen boruyu gördü. Ondan simsiyah duman buram buram yükseliyor. “Değiştirmemişler, diye fısıldadı, hayret ederek. İlginç, yeni açıldığı zaman da bu boruydu. Hâlâ duruyormuş… ” Hayretle başını sallayıp yürümeye devam etti. Kendinin ne söylediğini anlamadan  “Değiştirmemişler, garip…” dedi.

Niçindir bu arada aniden hamamın ilk açıldığı gün aklına geldi. Kuşkusuz, hamam hakkında önceden duyarlardı, fakat köyde yoktu. Bu hamam bir hayli sıkıntılarla kurulmuştu, buna kadar kaç defa teşebbüs ettilerse de iki banyo duvarı yapılıp tamamlanmamıştı. Onların birisini Muhtarlık tamir edip ev yaptı. İkincisine ne olduğu belli değil, tuğlaları her yere saçılıyordu, şimdi ise yerinde yeller esiyor. Sonra bu banyoyu inşa etmeye başladılar, nasıl bir yere deseniz, tam kırın tepesine. İki köye de açık görünüyor. Kimse inanmadı, unutulur, bu hububat anbarı değil ki, arkta akan su sizin için yetmez derler ve böylece işler bitecek dediler. Hayır, bu bitti. Hatta ilk günden itibaren çalışmaya başladı. Hem de nasıl çalıştı, böyle hamamı gören de var, görmeyen de var diye, ta şehirden bile gelip banyo yapanlar oldu. O sırada banyocu Cumaştı, şimdi onun eşi. Cumaş bundan iki yıl önce hayata gözlerini yumdu. Asılkerim Cumaş’ın karısını hatırladı, ona güldü diye sebepsiz sinirlendiğini düşünüp ona acıdı. “Kocası ölse… Zavallı…”, diye fısıldadı. Asılkerim gülümsedi, nedense farklı bir duygu hissetmiş gibi oldu. Asılkerim o günlerdeki bir olayı hatırladı. Bir gün akşam banyoya gittiğinde orası kalabalıkmış. Köyün halkı oraya göç etmiş gibiydi. Cumaş çocuğunu halkın etrafında döne döne kovalıyordu. Halkın çoğu kahkahalarla gülüyorlardı. “Hay Allah kahretsin! Zaten plana göre olmayınca ne yapacağımı bilmiyorsam, senin oynamana kim izin verdi!.. diye bağırıp çağırıyor. Niçin öfkelendiğini öğrendikten sonra Asılkerim de karnı ağrıyana kadar gülmüştü. Bunu unutamadı bile, bazen tepede sürü otlatırken de bu aklına gelip kahkaha atardı. Banyocu da boşu boşuna sinirlenmemiş meğer. O gün banyocu hamamı çocuğuna bırakıyor. O dönemlerde bir alışkanlık vardı: yakın akrabaları ile kimse birlikte banyo yapmazdı. Kim olursa olsun hemen banyocudan : “Falan yok mu?,” diye sorardı. “Var yıkanıyor,” derse, o çıkıncaya kadar put gibi beklerdi ya da sonra gelirim diye giderdi. O gittikten sonra girerdi, girerken yine banyocuya başvurup: “Falan gelirse, beni burada diye söyleyiniz. Kendiniz bilirsiniz ya…”, diye bıyık altından gülümserdi. O gün hamamcının oğlu soranların hepsine: “Var. Yıkanıyor. Demin girdi”, diye yalan söylemiş. Hamamcı akşam geldiği zaman şaşırmış kalmış, gereği kadar insan banyo yapmamış. “Bugün pazar, halkın bu yaptığı ne!, diye hayretle oğluna bakmış. Düğün yapılmamıştı”. Çocuğu ısrarlı bir şekilde asık suratla gözlerini yere indirmiş. Sonra çok geçmeden halk akın akın geliyor. Hamamcı ne olduğunu o zaman anlayıp oğluna saldırıveriyor. Fakat çocuğuna fiske vurdurmamışlardı. İnsanlardan biri: “Yeter, artık. Bundan sonra böyle yapmaz. Bu kadar insanı aldatma bir cesarettir. Bu kabahatini benim için affet!” diye hamamcıyı kucaklayarak bırakmamıştı. Sonunda banyocu kendisi de gülmüştü… Asılkerim gülerek gidiyordu, ama güldüğünün farkında değildi. Biraz sonra hamamdan çıkıverdiğini hatırlayınca yine surat astı. Sinirlenmeye başladı. Niye çıkıverdi? Bütün halk yıkanıyor. Bunda sıkılacak ne vardı? Yoksa… O sıçradı, önce yengesinin kocası hamama gitmek istediğinde mis sabunu kalmadığını söyleyerek sabun isteyip geldiği aniden aklına geldi. “Acaba vermiş miydi?, dedi sorar gibi kendi kendine. Sonra karısının var mı, acaba, bir bakayım diye köşedeki odaya girdiğini, biraz sonra bir sabun getirip sadace iki tane kalmış diye mırın kırın ederek verdiğini zorla hatırladı ve başını sallayarak fısıldadı: “Vermişti…” Demek, o ağabeyi de gitmiştir. Az önceki çıplak insanların arasında ağabeyi de varmış meğer. Asılkerim titredi. “Anasını!..”, dedi birisine öfkelenerek. “Söyleseydi!.. Yine kime söylüyorum”, diye düşündü. Sonunda kendisi de ağabeyim banyoya gitmiş mi veya gitmemiş mi diye sormadığını hatırlayınca ne yapacağını şaşırdı. Gerçekten hiç sormamış, düşünmemiş bile, kara çantayı alıp rahatça gitmişti. Önceden böyle yapmazdı, tekrar tekrar sorarak tespit eder, sonra giderdi. Asılkerim kendisi kendinden kaçarcasına hızla yürümeye başladı. Buna ek olarak yetişkin oğluyla birlikte rahatça yıkanan Murat’ı, hiç sıkılmadan çırılçıplak dolaşan Aktan’ı hatırladı. Onlar şimdi korkunç göründüler. Daha hızlı yürüdü. Düşünceden kurtulamıyordu, bütün çabalarına rağmen yine birine takılıp kalıyordu. Hamamcının çocuğunun davranışı tekrar aklına geldi, güleyim diye can atmasına karşın gülemedi. Nasıl düşünceye tıkılıp kalmasın ki onun göz önüne çıplak bebeğin silûeti geliyordu. Bu bebek kendisinin sevimliliğini kaybetmiş gibi çünkü o değişiyordu: kâh bebek olarak görünüyor, kâh büyük insana dönüşüyordu. Büyük insana dönüştüğü zaman bir iskelet gibi veya bir sarkmış balkon göbeğiyle acayip hatta korkunç gözüküyor. O, belki de bunun için yetişkinler çıplak olarak banyo yapmaktan utanırlar, diye düşündü. Yine buna katılmamışçasına başını sallayarak kızdı: “Bunda utanılacak ne var yani?! Garip”, diye yorulmuş gibi fısıldadı. “Utanç nedir yahu? İnsan onu nasıl kazanır? İşte küçükken hiç düşünmeksizin çıplak olarak geziyorsun. Sonra büyüdükçe… İlginç, nasıl kazanılır?..” Asılkerim zorlanıyordu. O ardında eğri büğrü iz bırakarak geliyordu, yerde sürünen peştemalının farkına varmadı…

Ertesi gün Asılkerim hamamda içki içtiği için kendini toparlayamadı, peştemalı evine kadar sürüklemiş denen dedikodu fırtınası köye yayıldı. Asılkerim buna kırılmadı, o sadece iç çekti ve kapının önündeki eski iskemleye oturup banyoya bakarak durdu. Ancak akşam üstüne doğru  yerinden kalktı. Eve girerken borusundan simsiyah duman buram buram yükselen hamama bir kere bakıp tekrar değişik düşüncelere daldı: Asılkerim can atarak gidip sonra da banyodan çıkıverdiğini, ama niçin böyle yaptığını bütün gayretlerine rağmen anlayamadığını, her zaman hatırlayınca kahkaha attıran hamamcının çocuğunun davranışı onun şimdi kahkaha attırmak böyle dursun, gülümsettiremediğini, hatta ağlatmak istettiğini, oğluyla kardeşinden utanmadan açıkça çıplak olarak serbestçe dolaşan Murat’ı, ağabeyim gitmemiş mi diye sormadan banyoya gittiğini, “Falan banyonun içinde yok mu?,” “Filan gelirse, beni içinde deyiniz”, diye bıktıran önceki dönemi, sonunda şu anda da hamamda çıplak olarak yıkandığını, sevimli çıplak bebek, büyüdüğünde anadan doğma olursa, kâh kurumuş ağacın dalı gibi eğilip bükülüp, kâh budak ve küçük dallarından cascavlak kalan ağaç gibi çıplak ve acayip görüneceğini hatırlayarak hareketsiz duruyordu. Bu fikirlerin tümü birden aklına gelip Asılkerim’in kafasını allak bullak etti. O kafasını hemen kaldırıp öç alırcasına sallaya sallaya ahlar çekti. Sonra bir şeyden kaçarcasına evine çabucak girdi.

Hamamdan ise buram buram duman yükseliyordu…..

 

 


* Beyşenbay Usubaliyev’in ‘Tütün’ adlı öyküsünü  Kırgızca’dan Türkçe’ye Gülay Osmonova çevirmiştir. (Lisans tezi, 2005)