Posted on

CENGİZ HAN[1]

(FİLM SENARYOSU)

TÖLÖMÜŞ OKEYEV

Baş Roller                                           Roller

  1. Çiledu                                              1. Esugey
  2. Oelun                                              2. Tiriltuh
  3. Temuçin                                          3. Nilha-Sangun
  4. Hoaçhin-hizmetçi                            4. Doritay-Otçigin
  5. Ho                                                    5. Cebe
  6. Togoril Han                                      6. Munlik, Teb-Tengri’nin babası
  7. Teb-Tengri                                       7. Koksu Sabrak
  8. Boorçu                                             8. Borte
  9. Subedey                                          9. Çarçiuday
  10. Djelme                                           10. Buri-Buhe
  11. Camuha                                        11. Soça-Beki
  12. Cuçi                                               12. Altan

Çocuklar                                             Çocuklar

  1. Temuçin       15 Yaş                        1. Subedey       12 Yaş
  2. Camuha       15 Yaş                        2. Celme           12 Yaş
  3. Teb-Tengri    15 Yaş                        3. Ho                15 Yaş
  4. Bekter           15 Yaş                        4. Hasar           12 Yaş
  5. Temuge                                            5. Temuçin       10 Yaş
  6. Belgutey       10 Yaş

Roller (Çin)

  1. İmparator Altan Han
  2. İstihbarat Bakanı
  3. Prens Yun-Tzi
  4. Huşahu
  5. Elyuy Lyuge
  6. Li Tzyan
  7. Yaşlı vakanüvis
  8. Genç vakanüvis

Episodlardaki Roller

  1. Tayçu-Kuri
  2. Baurçi
  3. Tayan Han
  4. Muhali
  5. Urcene
  6. Ulday Kiriltuh’un oğlu
  7. Küçük Çinli
  8. Soçihel

Bozkır şafak sökmeden önce masmavi, süt beyaz rengindeki sisin koynunda yavaş yavaş kayboluyordu. Sis ve duman arasında adeta durgun bir denizi andırıyordu. Bozkır, sanki elle oyulmuş piramitlere benzeyen sivri tepeler ve yar arasında yoğunlaşan sisten doğuyor ve bir anda kayboluyordu.

Onların çok boyları vardı. Eğer onlar fikir birliğine sahip olsalar ve aralarında düşmanlık olmasaydı  o zaman Çinlilerin diğer halkları ve hiç bir saldırgan onlara karşı gelemezdi.

Sizlerin kendi gölgenizden başka dostunuz yok,

Sizlerin at kuyruğundan başka kamçınız yok.

Raşidaddin

Vakayiname Kitabı

Tenteli arabaya koşulu iki öküz sis arasında ağır ağır hareket ediyordu. On altı yaşındaki Oelun allı pullu gelinliğiyle arabanın arka tarafında  nişanlısı Çiledu’ya sırtı dönük olarak oturuyordu. O kendisinden on yaş büyük idi. İkisi de süt beyaz rengindeki sise endişeyle bakıyorlardı.

“Ey mavi gökyüzü , duy benim çığlıklarımı ve dualarımı, demir kalpli Moğol askerinin sesini…

Sana dua ediyorum, beni yaşlı, ihtiyar biri olarak öldürme… Aksine savaşın coşkun davetini duyur bana!

Ey mavi gökyüzü, bana ölümü şiddetli savaşta ver. Oklarla yaralı kafama vururlarken… Dört nalla giderken, kara toprağa düşerken bin atın toynaklarını bir anlık bile olsa görmeyi nasip et!”

Oelun kendinden geçmiş, biraz da korku içinde o meşum şarkıyı dinliyordu. Ve sesin uzaklaşmasından itibaren korkulu gözlerle istemeye istemeye kafasını arabadan dışarı çıkarıp etrafına bakınıyordu.

Çiledu:

-Oelun, sakın korkma! Artık ben senin kocanım… seni ben koruyabilirim…

Oelun hafiften kafasını çevirdi.

– Kımız ister misin Oelun?

O ağzının kuruduğunu hissetti ve sessizce başını eğdi.

Çiledu ağaçtan yapılan kâseye tulumdaki kımızdan doldurdu ve Oeluna uzattı.

Çiledu:

-Az sonra Onon Nehri karşımıza çıkacak. Orada akşama kadar dinleniriz ve yine yolumuza devam ederiz… Gece hem serin hem de tehlikesiz…

Ses, siste zorlukla işitiliyordu. Çiledu dizinde duran yay ve oklarını sıkı sıkıya tutuyordu. Böğründe, elinin altında  açıkta duran kılıcının kabzası duruyordu.

Çiledu’nun iyi yürekli sevimli yüzü, bir anda atmaca gibi kesildi.

Oelun:

– Ama neden gündüz tehlikeli ?

– Burada Tayçiutların kabileleri göçebe hayat sürmektedirler… Biz Merkitler, geçenlerde onlarla savaşmıştık.

Çiledu konuşurken telaş içinde yeniden uzaktan gelen sesi dinliyordu..

Duman, bozkırın üzerinden  kümeler halinde süzüle süzüle dağılırken artık ufuk, doğan güneşle boyandı. Cılız otların üzerinde hafiften ıslık çalıyordu.

“Benim üzerimden hırçın atlar yel gibi geçtiği zaman,

Benim yaralı vücudumu hayvanlar parçalarlar…

Ama sadık dostlarım, korkak düşmanı uzaklara kovarlar.

Ve ben  sevinçle, onlar ölürken kısılan seslerini duyarım…”

Oelun gözlerini dört açıp etrafına, bozkıra bakınıyordu. Fakat çevrede hiç bir canlının gezdiği yoktu. Yalnız yanında şarkı söyleniyordu, dolayısıyla yakından gelen sesten rahatsız oluyordu. Zamanla onun güzel yüzünün ifadesi değişiyor, kara kaşları çatılıyor, gözleri parlayıp ince boynu ürkek kuğu gibi uzanıyordu.

Döndüklerinde arkadaşlarının parçalanmış vücutlarını bulacaklar.

Benim yüzümü hiç tanıyamayacaklar…

Fakat kılıcı sıkı sıkıya tutan ellerimi iyi tanırlar…

Onlar kana bulanan vücudumun parçalarını kaldırıp

Çatal mızrakların ucunda götürürler.

En sonunda ateş yakarlar  gömülü bedenim üzerinde…”

Güneşin ilk şuaları dumanı parçalayarak beyaz baldırlı boz atı ve atlıyı aydınlatıyordu.

Çiledu, öküzleri durdurarak hızla yere atlayıp arabanın örtüsünü çekti.

Oelun birazcık örtüyü çekip araladı, başını uzatıp baktı. Onun hiç korkusu yoktu. Oelun’un hayret etmesinin sebebi, atlı bir adamın başının görünmesi ve sarışın biri olmasıydı. Aynı kendi atı gibi.

Kulaklarının arkasına bırakılan birazcık kalın örgülü saçları zaman zaman parlıyordu, adeta bakırdan dökülmüş gibiydi. Gözleri ne koyu kestane renginde ne de  Moğolların siyah gözlerine benziyordu. Gözleri yeşil kül rengindeydi.

-Ben bunun gibi insanları görmemiştim diye fısıltıyla konuştu.

Oelun:

– Belki, o insan değildir.

Çiledu ona bir bakış atıp yine arabanın perdesini çekti.

Oelun usulca:

– Belki o bir ruh! İyilik ruhu ya da kötülük ruhu! diyerek yine perdeyi çekti.

Atlı yolcu, oku yayda hazır halde Çiledu’ya bir bakış atıp gülümseyerek sordu:

– Neden tüylerin diken diken oldu? Böyle nereden çıktın?

Çiledu:

– Uzaktan… diyip homurdanarak konuştu. Okunu aşağıya indirdi.

Atlı yolcu:

– Merkit misin?

-Evet..

-Belli… Göçebelerin geleneklerine göre, başka biri olsaydı misafirini davet eder, kımız ikram edip serinletirdi…  Yoksa bizim eski töremiz, sizler için birşey ifade etmiyor mu, kibirli Merkitler?

Çiledu sitemle:

– Eski gelenek ve töremiz sana misafir gelince sorularla musallat  olmanı mı öğretti?  Yaklaş, ben sana kımız doldurayım…

Atlı yolcu kahkahalar atıverdi.

– Bunu önceden yapmalıydın… Fakat ben senin kımızından içmem, Merkit… Burada neler yapıyorsun böyle, kendi yurdundan uzaklarda? Kim seni gönderdi? Niçin?..

Atlı yolcu, arabaya yaklaşarak eğildi, yarı kapalı perdeyi hızla sertçe çekip haykırdı.

-Vay canına!…

Oelun onun hayret dolu şaşkın kül renginde gözlerini gördü ve arabanın içerisine çekildi.

– Adın ne senin güzel kız?…

Biraz suskun ve dost olmayan tavırla:

– Oelun…

– Oelun! Bu bulut demek!

Geniş bir tebessümle beyaz kusursuz dişleri parladı.

-Hayır, sen bulut değilsin… sen fırtınalı bulutsun… Güzelim benim adım  da Esugey..

O sonra Çiledu’ya döndü:

– Eğer o senin kızkardeşin ise, Merkit gökyüzü bize şahit. Ben senin damadın olmaya hazırım…

Çiledu somurtkan bir tavırla:

– O benim nişanlım…

– Nişanlın mı?!

Yüzündeki gülümseme yavaşça kayboldu ve sertleşti.

– Nişan-lı… Peki öyleyse… Götür onu evine… Hemen çabuk…

O, Oelun’a bakarak konuşmasına devam etti:

– Oelun, beni ve benim sözlerimi sakın aklından çıkarma! Eğer nişanlın bize karşı silahını kaldırırsa, sen dul kalacaksın. Bunu bil… ve  bu sözlerimi sakın unutma!.. Benim sözlerimi!..

Atının başını yavaşça çevirdi ve birkere bile arkasına dönüp bakmadan gitti. O uzaklaştığında Oelun ve Çiledu’nun kulağına  şafak sökmeden önceki siste kalpleri titredip ürperten, demir gibi ses tekrar geliyordu:

“Ey mavi gökyüzü bana ölümü şiddetli savaşta ver!

Oklarla yaralanan kafamı kesseler bile dört nalla giderek kara toprağa düşerken bin atın toynaklarını bir an bile olsa, görmemi nasip eyle!…”

Çiledu sinirlenerek hırsını öküzlerden aldı, onları kamçılarken terli sırtlarında kara uzun çizgiler oluştu.

– Allah belanı versin, Kızılbaşlı çakal! diye mırıldanan Çiledu geriye bakınıyordu.

Oelun:

– Sen tanıyor musun bu adamı?

– Ben onun kabilesini tanıyorum… Hiç bir bozkırda bu Tayçiutlar kadar küstah kavgacı insan yok…

-Neden onun saçları ve gözleri siyah değil? Onlarda herkes böyle mi?

-Hepsi değil… Borcigin boyu var, sarıbaşlılar… Onlar bundan dolayı kendilerini Tanrının soyundan geldiklerini sanıyorlar… Sanki onlar güneş ve gökyüzünden yaratılmışlar. Onlar Sarıbaşlılar. Diger insanları kendilerinden daha aşağılık insanlar olarak görüyorlar…

Oelun merak içinde:

– Bu gökyüzünden yaratılan insanlar nasıl oluyor?

-Aman yüzlerini şeytan görsün! Her türlü masalları uyduruyorlar… yani onların soyu gökyüzünün ışınlarından yaratılmış sarı saçlı bir delikanlıdan geliyormuş güya…

Çiledu sustu. Kendisinin anlattığı hikayeden sıkıntı duyarak sırtını hafifçe kamburlaştırdı. Telaşlı bakışlarla bozkırda göz gezdirdi. Oklarla dolu kamburunu kendine yaklaştırdı.

Oelun telaşa kapılmadan tekerleklerin ahenkli gıcırtıları eşliğinde yorgun halde göz kapakları kapanıp uyumaya başladı.

Tepenin arkasından beklenmedik bir anda üç silahlı atlı göründü. Esugey önde dört nala gelirken konuşuyordu:

– Şartlarımı unutmayın. Yaban keçisi bana, sizlere ise birer öküz…

Oelun korku içinde Çiledu’ya yanaştı. Çiledu sertçe onu uzaklaştırdı, arabadan yere atlayıp telaşla nişan alarak yayını doğrulttu.

Atlılar dağılarak arabayı üç koldan kuşattılar, yaylarını gerip oklarını her an atmak için tetikte beklediler.

– Hey Merkit, yayını indir! diyen Esugey’in sesi geldi.

Oelun birden ferahladı.

Ona göre Esugey, kötülük yapacak birine benzemiyordu.

-Eğer sen yayını germeye kalkarsan cesedini çakallar yer!…

Çiledu öfkeyle haykırdı:

– Çakalların kimi önce yiyeceğini göreceğiz bakalım!

Esugey olaya müdahale ederek:

– Merkit, senin başın devrilen kazan gibi tangır tungur… Gözünü  dahi kırpmaya kalmadan üç okun boğazını delerek geçtiği zaman  görürsün gününü… Dikkatli dinle Merkit!… Bize senin  o değersiz hayatının hiç önemi yok…  Atına bin ve bir an önce toz ol… Kız arabasıyla burada kalsın…

Oelun’un, beti benzi kireç gibi attı. Öküzlerin içlerini çeke çeke kuru otu çiğneyip geviş getirmeleri bu sessizlikte duyuluyordu.

Çiledu’nun atı, burnunu arabaya sürtüyordu. Çiledu etrafına bakınıp yavaşça yayını germeye hazırlanıyordu. Oelun haykırıp hızla arabadan indi ve Çiledu’ya sarıldı.

-Git! onlar seni öldürürler! Benim iyi kalpli Çiledum git!

Çiledu öfkeyle mırıldandı:

– Bu acıyı görmektense okların boğazımı delip geçmesi daha iyidir.

Oelun:

-Hayır!  Beni kurtarmak için senin yaşaman lazım.

O heyecanlı ataklığıyla atı çözerken Çiledu’ya dizginini tutturdu. Sonra onun kınından bıçağını çekerek Esugey’e doğru gitti.

Ona:

– Hey, sen Bozkurt! diye bağırdı.

– Çiledu senden korkmuyor ama ben onun ölmesini istemiyorum. Çiledu gitsin… Eğer  onu öldürürsen ben de  gözlerinin önünde kendi boğazımı keserim…

Oelun o anda üçünün de gözlerini dikerek  yaylarını gerdiklerini gördü. Arkasına dönerek bağırdı:

– Elveda Çiledu… git ve çabuk gel!….

Oelun sebatla Esugey’e doğru yürüdü.

Çiledu’nun ata binip bozkıra doğru  dört nala gidişini seyreden Esugey, alaya alarak gülümsüyor ve Oelun’u bekliyordu.

Oelun birkaç adım attıktan sonra durdu. Atını yürüten Esugey ağırdan ağırdan  konuştu:

– Ben seni sadece güzel bir kız olarak düşünüyordum… Fakat sende kahraman savaşçının yüreği var…

Ansızın mızrağını kaldırıp onun eline vurarak bıçağı düşürdü. Güçlü elleri onu sıktı ve eyerin üstüne kaldırdı. Bu arada ancak kendine gelebildi. Onun ellerinde çırpınıyor, tırmalıyor ısırıyordu.

Esugey onu eyerin enine atarak birşeyler bağırıp atını koşturdu.

Oelun’un başı terleyen atın böğürüne doğru sarkmış, saçları ise yerde sürükleniyordu. Bir an dermansız, halsizleşip düşerek bayıldı.

[1] Cengiz Han film senaryosu, Kırgızistan’ın dünyaca tanınan büyük yönetmeni Tölömüş Okeyev tarafından yazılmış olup 191 sayfadır. Aslı Rusçadır. Sayın Tölömüş Okeyev’in isteği üzerine  tarafımızdan Asel Cailova Güngör’le 1998 yılında  Türkçe çevirisi yapılmıştır. Telif hakları nedeniyle tanıtım amaçlı sadece birkaç sayfasının çevirisi verilmiştir.